Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Yüksel Yokolma okur yazar oranının en yüksek olduğu Tunceli doğumlu. Bir süre gördüğü Tıp, Hukuk eğitimlerini bırakıp yurtdışında yaşamış, 2013 Adnan Yücel Şiir Yarışması 2.lik ödülü sahibi bir yazar. Üretken bir yazar olan Yokolma’nın, çocuk ve yetişkin romanları da bulunuyor. PAYIZ KENTLERİN HAYALCİSİ isimli son şiir kitabı Kalan Yayınları’ndan bu hafta çıktı. Yazarla kitabı hakkında güzel bir söyleşi yaptık.
Merhaba Yüksel bey. Öncelikle yeni eseriniz için sizi kutluyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse yayınevi dosyanızı bana yollayınca daha kitap başlığını görür görmez iyi bir eserin beni beklediğini hissettim. Yanılmamışım da. Ben, Payız Kentlerin Hayalcisi sayesinde sizinle tanıştım. İyi ki tanımışım.
İki Yüksel Yokolma var. Biri roman, diğeri şiir yazıyor. Evvelki çalışmalarınıza bakınca yetişkin ve çocuk romanları yazdığınız anlaşılıyor. Fakat 2013 Adnan Yücel Şiir Yarışması’nda 2.lik ödülü aldığınızı ve şimdi de bir şiir kitabı yazdığınızı görüyorum. Belli ki bir ihtiyaçtan ötürü birbirinden farklı iki edebi türe de müracaat ediyorsunuz. Neler söyleyeceğinizi merak ediyorum.
Öncelikle, beni onore eden güzel sözleriniz için çok teşekkür ederim. Doğrusunu ifade etmek gerekirse gerçekten de farklı türlerde giriştiğim çabanın motivasyonu bir anlamda ihtiyaçtan kaynaklı; yani bu anlamda yerinde bir tanımlama yaptınız. Kısa ve öz olarak söyleyecek olursak; insanı insana anlatma ihtiyacı benimkisi. İlk romanı yazdığımdan beri kendim için ürettiğim mottoya bağlı kalmaya çalışıyorum: “Hayatı, paylaşarak çoğaltmak”. Çocukluk yıllarında giriştiğim ve sadece kendime sakladığım amatör şiir ve hikâye denemelerimi saymazsak profesyonel yaşamdaki roman yazma uğraşım, dünyada ve çevremde olup bitenlere kayıtsız kalmayıp yaşananlardan bir sonuç çıkarmak, mümkünse başkalarının bu yaşananlardan bir şeyler öğrenmesine, en azından farkındalık üretmesine yardımcı olmayı amaçlamakla başladı. Palamutta Karınca Var, Son Gağand ve Doğuda Bir Yerde Bir Zamanlar hep bu çabanın birer sonucu oldu. Adeta hercümerç halinde bulunan, yoğun şeyler yaşadığımız şu yeryüzünde, sürekli değişen dünya ve ülke koşulları, varolma mücadelesi, savaşlar ve salgınlar, yakın geçmişte yaşadıklarımızı bile unutturmakla tehdit ediyor bizi. Bireyler bir şeyleri unutmaya başladığında toplumsal hafıza da zayıflıyor, sonra her şeyi daha hızlı eskitmeye başlıyoruz. İçinde yaşadığımız çağ, yeni moda şeyler üretiyor ve bunları bize dayatıyor. Sorgulamadan kopyalayıp satın almamızı ve hayatlarımızın bir parçası yapmamızı istiyor bizden. Bu duruma itiraz etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Her yolun yolcusu olmamalı insan. İlkelerimiz ve prensiplerimiz olmalı doğrudan, iyiden ve güzelden yana; dahası insanın ve insanlığın ortak faydasından yana bir duruşumuz ve tavrımız olmalı. Dünya ve insanlık deforme olmuş durumda. Bu bozulmayı durdurmak için, insanlığın binlerce yıldan beri yeryüzünde yaratıp biriktirdiği insanlık değerlerine sahip çıkmamız şart. Benim yazma çabamın çıkış noktası bunlar oldu. Yine çocuk eserleri bağlamında bu konu çok daha önemli ve hassas benim için. Çünkü çocuklar, henüz şekillenmekte olan kırılgan yapıları nedeniyle çok daha özel… İşte bu tür duygularımın yoğunlaştığı bir evrede bu hislerimi başka insanlara ifade edebilmenin başka bir aracı olarak şiir yeniden hatırlattı kendini bana. Böylece ilk şiir kitabım olan Payız Kentlerin Hayalcisi’ni, Kalan Yayınları işbirliği ile çıkarmış olduk. Bu vesileyle Kalan Yayınları’na da sevgilerimi iletmek istiyorum. Velhasılı, ister roman, ister hikâye ya da şiir olsun, yazmak için o kadar çok şey var ki hayata dair.
Einstein “her şey merakla başlar, gelişir, ilerler” der. Sizde de merak duygusunun gelişmiş olduğunu hissediyorum. Edebiyat sahasında bir özne olarak var olmanın merakla başladığını, sabırla geliştiğini, çabayla hasat verdiğini düşünenlerdenim. Hasat toplama vakti bir ömür bile sürebilir, hatta bazıları yaşarken bunu göremez bile. Yol uzun ve çetin olduğu için bazı insanlar yazmaktan uzak dururlar. Fakat bir kesim de var ki yazmadan yaşayamaz. Belli ki bu ikinci kesimdekiler için yazmak bambaşka bir dünyanın gizli geçidi, onsuz durulamayan bir lezzet. Siz bunu nasıl yorumlarsınız?
Herhalde her şeyin temelinde merak etmek var dersek hiç de yanılmış olmayız. Yani herhangi bir konuda merak olmasa ne insan geliştirebilirdi kendini ne de ondaki herhangi bir gelişmeye tanıklık edebilirdik. Edebiyat için de geçerli bu elbette. Bundan sonraki aşama ise ne yapacağına karar vererek kendine bir yol çizmek. İşte bu süreçte, bahsettiğiniz sabır ve çaba söz konusu oluyor. Çaba, emek demek. Hepimiz biliyoruz ki emek vermeden hiçbir şey olmaz. Hasat etmek ise ancak bir umut. Çünkü vereceğiniz emeğin sonucu bir hayal kırıklığı da olabilir. Yani ulaşmanız gereken durağa, önünüze çıkan engeller nedeniyle vaktinde yetişemediğinizde verimli bir hasat elde etmeniz mümkün olmayabilir. Sizin dediğiniz gibi yol uzun ve çetin. Hele ki bizim ülkemiz gibi, yazınsal alanda da koşulların hiç adil olmadığı topraklarda, istediğin hasadı yapamayıp hak ettiğin değeri görmediğinde yine de yazmayı sürdürmek, oldukça zahmetli bir hale gelebilir. Fakat cesareti yitirmemek önemli. Dünyadaki ünlü yazarların ya da şairlerin hayatlarına baktığımızda, birçoğunun bu zahmeti yaşadığını fark ederiz. Onları bugüne getiren, sahip oldukları kararlılıktır. Ancak bu kararlılık elbette bunu hak eden bir çabayla desteklendiğinde bir anlam ifade eder. Yani yazar ya da şair, kendini sürekli geliştirmekle mükelleftir. Genel olarak adına piyasa denilen ve aslında haksız rekabetten daha fazlasını içermeyen, düşenin ayaklar altında ezildiği ve aslında tarihsel olarak miadını çoktan doldurmuş kurtlar sofrasında tutunabilmek ve kendine bir yer edinebilmek için merakını koruyarak çabalayıp emek vermek kaçınılmaz olduğu gibi bunun sürekliliğinin olması da bir yerde bir zorunluluk. Yarattığınız eserler, küçük çevrenizden başlayıp daha geniş bir çevreye değin beğenilmeye ve değer görmeye başladığında, yazmak da vazgeçmek istemeyeceğiniz bir tutku haline gelir. Kim bilir, belki bir ölçüde, bize dayatılan distopik gerçeklikten uzaklaşıp insana yakışır bir ütopya kurma hayalidir yazın çabamız aynı zamanda. Bu anlamda insanın özlemini duyduğu yeni bir dünyaya açılan gizli bir geçittir belki de sizin de söylediğiniz gibi.
Doğruyu söylemek gerekirse şiirlerinizi büyük bir keyifle okudum, hepsi birbirinden güzel şiirlerdi ancak aralarında beni en çok etkileyen şiir “Annemin Sandalyesi” oldu. Anneler gününü kutladığımız şu günlerde “Annemin Sandalyesi” adeta başımı döndürdü, beni benden aldı. Bu kıymetli şiirin hikâyesi nedir?
Hepimizin hayatında belli kırılma noktaları vardır. Benim kırılma noktalarımdan biri de bundan 36 yıl önce annem ve kardeşimle birlikte geçirdiğimiz, sonuçları açısından vahim bir trafik kazasıydı. İzmir’e seyahat ederken Tuncelililer firmasına ait yolcu otobüsü, sabahın erken saatlerinde karşı yönden gelmekte olan bir kamyonla Akşehir civarlarında çarpıştı. Otobüsteki yolcuların yarısından fazlasının hayatını kaybettiği bu kazadan kardeşimle ben yaralı olarak kurtulduk, ancak annem o tarihten sonra omurilik travması sonucu felç olarak kaldı ve bir daha yürüyemedi. Henüz çocukluk dönemimizde geçirdiğimiz o kazadan sonra bütün hayatımız değişti. Annem tekerlekli sandalyeye mahkum oldu ve geleceğe dair hiçbir planımız bir daha tutmadı. Ama iradesi çok sağlam olduğu için “bir gün iyileşeceğim” umudunu hep canlı tutan annem, karşılaştığı tüm zorluklara direndi. Günü geldi, evlatları olarak biz boşluğa düştüğümüzde, o haliyle dahi telkinlerde bulunup bize umut aşılamayı başardı. Zor zamanlarımızda, direnmek ve umutlu olmak gerektiğini söyleyerek bizi teskin etti. Ne var ki yaşadığı zorlu koşullar onun da sağlığını son yıllarda çok yıprattı. Avrupa’daki son derece bireysel ve bencil toplumsal yapının da etkisiyle, insanın kronik bir hastalığı varsa soranı edeni pek olmuyor; vaktiyle soran birkaç kişinin de gün geçtikçe sayıları eksilip azalıyor. Cüzzamlıdan kaçar gibi kaçıyor insanlar engelli insanlardan, kalıyorsun tek başına bir sürü sorunla orta yerde. Şimdi yaşadığı ülkede, bu sorunların yanı sıra psikolojik sorunlarla da cebelleşiyor. İnsan psikolojisi işte, bunca yılın birikmiş meselesini tek başına kaldırmaya yetmiyor neticede. Çatlayıp parçalanıyor bir yerlerinden. Onlarca yıl tüm sorunlara tek başına karşı koyan insan, bir yerden sonra daha fazla dayanamayarak yenik düşüyor çaresiz. Günümüzün geçer akçesi kabul edilen ve aslında büyük bir hızla dünyanın ve insanlığın sonunu getirmeye doğru gittiğine tanıklık ettiğimiz küresel pazar sistemi, özellikle insani ilişkiler açısından deforme edici koca bir tersyüz olma halinden ibaret. “Annemin Sandalyesi” şiirimin böyle bir arka planı var. Yani hem yaşamımızın kısa bir özeti hem de yıllar boyu maruz kaldığı zorluklara boyun eğmeden onlara direnmeyi bir yaşam felsefesi haline getiren cefakâr bir anneye karşı bir evladın kendince bir selam duruşu diyebiliriz buna.
En akılda kalacak şiirlerinizden birinin “Yürek Yarası” olacağını düşünüyorum. “Anca büyüyünce öğrendim, Her ortaklaşmanın herkes için olmadığını, Elimdeki sıyrıkları çoktan iyileştirdim, Görüp de cız etmesin diye içiniz, Ama hala kanar dizlerimdeki yara, Sızısını gizlerim zulamda, Diri tutsun diye beni, Yüreğimin aymaz zamanında” dizesini aklıma kazıdım. Şiirlerinizi okuyan biri olarak belli temalar üzerinde özellikle durduğunuzu, görüyorum. Yüksel Yokolma’nın bu gamlı şiirleri çok uzun bir yoldan getirdiğine hiç şüphem yok. Neler söylemek istersiniz.
Dünya üzerindeki insan yaşamı milyonlarca yıldan beri sürüp gidiyor. Bir sürü farklı evreden geçen bu yaşam, bireysel düzeyde de farklı aşamalar içeriyor. Her şeye saf bir gözle ve temiz bir yürekle baktığımız, herkesi iyi-güzel-dürüst olarak gördüğümüz çocukluktan sonra birtakım yarılmalar başlıyor hayatlarımızda. Bir süre sonra pek çok şeyin, çocukluk çağımızda düşündüğümüzden ya da hissettiğimizden farklı olduğunu anlıyoruz. Ortak olarak gördüğümüz hayata dair fikirlerin ve varlıkların, gerçekte öyle olmadığını, bunun bir yanılsama olduğunu fark ediyoruz. İnsanın ve toplumun, tabi olduğu düzenin tüm arızalarını üzerinde taşıyan bir yapı olduğunu; o düzenin kendisine öğretip benimsettiği bireyselciliği ve kurnazlığı yücelterek kendi yaşam felsefesine dönüştürdüğünü görüyoruz. Bugünün dünyasında yanlışlar doğrulara göre bin kat daha hızlı yayılıyor. Hem dilde hem davranışta bu böyle maalesef. O yüzden “ortaklaşa” olduğu düşünülen ve bu niyetle çıkılan yollarda bile birçok şey, bu bencilliğe kurban ediliyor. Herhangi bir seviyede herhangi bir mevkiye ulaşan insan, birlikte yola çıktıklarını tez zamanda unutup tekleşmeye, tüm iktidarı kendinde toplamaya başlıyor. Ortaklaşa çıkılan yolların rotası bir süre sonra şaşıyor ve kurulan güzel hayallere küfretmeye başlıyor birileri. Dünyanın düzeni de bunu teşvik ettiği için bu tür insani deformasyonlara karşı duramıyorsunuz, dursanız bile tek başına gücünüz yetmediği için bunda başarılı olamıyorsunuz. Bir başınıza orta yerde kalakalıyorsunuz. Bu çağ mertlik çağı değil çünkü. Haklı olanlar değil, güçlü olanlar kazançlı çıkıyor; epey zamandır bu böyle. Ama her şeye rağmen kıyıda köşede kalmış ve yüreğindeki çocuk saflığını henüz yitirmemiş ve aslında kim olduklarını da tam olarak bilemediğiniz bazıları için, sizin haksızca maruz kaldığınız yaralarınızı görüp de üzülmesinler istiyorsunuz. Empati yeteneğiniz yüksek ve vicdanınız sağlam olunca, onların “içi cız etmesin” istiyorsunuz. Bu yüzden görünürdeki yaralarınızı sağaltmaya, hiç olmazsa onlara göstermemeye çalışıyorsunuz. Ama gizliden kanayan bir sürü yara her şeye karşın bir yerinizde varlığını sürdürüyor. Eller, bedenimizin görünen organları; dizler ise bedenimizde takati temsil eden ve çoğu zaman dıştan görünür olmayan uzuvları. Eğer bunca şeyden sonra iradeniz sağlamsa daha, her seferinde aynı gaflete düşmemek için bu gizli yaralardan kendinize uyaranlar bile yaratabiliyorsunuz. Bir çeşit alarm zili gibi. Belki de her yenilgiden dersler çıkarıp bir sonraki için daha güzel yenilmek üzere… Gamlı şiirler, yaşamımızın bir parçası olmakla birlikte, içinde geleceğe dair bir umut ışığı taşıyorsa anlamlı oluyor. Ben bu ışığı kendi şiirlerimde açık ya da gizli, bir şekilde vermeyi hedefliyorum. Umudu bir tüketim malzemesine tahvil etmek, insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri olur. Aksine umutlu olmak ve umudu parlatarak büyütmek sanatçı için bir görevdir diye düşünüyorum. Arabesk şarkılar ile şiirlere ve arabesk bir yaşamı telkin eden karamsar üretimlere özenmemek gerekir. Aslolan, insanı düştüğü yerden kaldırmak için ona akıl ve bilimle, sanat ve estetikle donanmayı salık vermek üzere seslenebilmektir. Yaşamın tüm bu yönleri birbirleriyle diyalektik bir ilişki içindedir. Karamsarlık insanı çürütür; iyimserlik umut etmek demektir, yürütür. Hangi üretim alanında yer alırsa alsın, bir sanatçının nirengi noktası, bu diyalektik ilişkiyi gözden kaçırmamak olmalıdır.
Gerçi daha evvel de bunu yaşamıştım. Geçenlerde İzmir Kitap Fuarı’ndaydım. İsmini ilk kez duyduğum şairlerin yeni çıkan iki şiir kitabını aldım. Eve gittiğimde bir heyecanla açıp okudum. Sayfaları çevirdikçe sanki şiir değil de yazı okuyormuşum gibi hissettim. Hiçbir yazarın istemeyeceği bir durumdur bu. Doğruyu söylemek gerekirse Payiz Kentlerin Hayalcisi’ni okuduğum için mutluyum. Çünkü şiir okuduğumu hissettim. Tecrübe sahibi bir edebiyatçı olarak size sorayım: Ne oluyor da şiirler yazılara dönüşüyorlar?
Birçok farklı türü olmakla birlikte, şiirin asıl ayırt edici tarafı, lirik yanı ile imgeler ve metaforlar dünyasıdır. Şiire gerçek tadını veren, onu nesirden yani düzyazıdan farklı kılan bu özellikleridir. Şair, bu tadı elde edebilmek için düşüncelerini duyguları ile harmanlayarak yoğunlaştırır. Bunun sonucunda ise imbikten süzer gibi damıttığı sözler dile gelir ve hak ettiği dizelere yerleşir. Dizeler mısraları, mısralar da şiiri oluşturur. Kolaycılığa kaçmamak gerekir. Yeterince yoğunlaşamayan şairin kurduğu nazım, sadece bir miktar kafiye içeren basit nesir eserlere dönüşür. İnsanların bir kısmı tersini zannetse de şiir sadece kafiyeli cümleler kurmak demek değildir. Şiir derinlik ister. Günümüzde edebiyatın diğer alanlarında olduğu gibi, şiirde de üretici sayısının çok olduğunu düşünüyorum. Hatta sanırım şairliğe öykünenlerin sayısı, yazarlığa öykünenlerden çok daha fazladır. Fakat şiir, özel bir alandır. Duygu yoğunlaşmasını yaşarken her dizenin, her sözcüğün ve dahası her hecenin yerli yerinde olmasını gerektirir. Oldukça özgür ve özgün bir alan olmakla birlikte yine de şiirin bir matematiği vardır. Şairin kendi harmanını, bu matematiğe bağlı kalarak okuyucuya aktarabilmesi durumunda başarılı sayılabileceğini düşünüyorum. Hazıra ve kolaycılığa kaçan insan, zamanımızda tüm diğer şeylerde olduğu gibi, bu konuda da “ben yaptım, oldu” diye düşünmeye çok meyilli. Kimse burnundan kıl aldırmıyor ve herkes kendini çok beğeniyor. Ben’lerin yerini biz’ler almıyor bir türlü. Eleştiriye ve özeleştiriye kapalı, bunların neredeyse hakaret kabul edildiği bir coğrafyada yaşıyoruz. Böyle olunca her şey birbirine karışıyor. Bu durumda ancak sabrederek o insanın bir gün kendi yetersizliğinden öğrenip eksiğini gediğini tamir etmesini bekliyoruz. Newton’un elma ağacının dibinde uzanırken kafasına tesadüfen bir elma düşmesini beklemek gibi bir şey bu.
Edebiyat dünyasında “Şiir, ruhun resim yapma sanatı; şair ise ruhun ressamıdır” diye bir söz var. Açık yüreklilikle söylemeliyim ki Payız Kentlerin Hayalcisi’ndeki şiirlerin dili, biçimi, konusu bana kelimelerle resim yapan, ruh ressamı özgün bir şair ile karşı karşıya olduğumu gösterdi. Bana göre bu, her şairin okurundan duymak isteyeceği bir analizdir ve yolu şiirden geçen şairlerin de ulaşmak istediği en yüksek hedeftir. Fakat gelgelelim bunu başarmak da birçoklarının sandığı gibi kolay da değil. Şiir dalında ödül almış bir şair olarak sizin birikim ve tecrübelerinizi önemsiyorum. Şairlik yoluna girmiş yüzbinlerce tutkulu gencimizin sizden öğrenecekleri olduğunu düşünüyorum. Şairlik yolunda olan gençlerimize önerileriniz neler olurdu?
Şiir ve şair için yapılan bu tanımlamaya katılıyorum. Şiir, incelikler gerektiren bir uğraş. Ruhun en duyarlı noktalarında gezinen şair, bu incelikleri dikkate alan ve bu duyarlı noktaları büyük bir titizlikle işleyen biri, yani sizin tanımlamanızla bir ressam olmalı. Ben de kendimi, bu yolda bu hassasiyetleri gözden kaçırmadan kendini sürekli geliştirmeye çalışan, amatör ruhlu bir öğrenci ressam olarak tanımlayabilirim. Hepimiz yeni öğreneceğimiz her bir şey için, öğrenme yolunda birer öğrencileriz aslında. Ufkumuzu ne kadar genişletebilirsek, bu yolda yorulmadan ve kararlılıkla ne kadar çok emek verip yetersizliklerimizi tamamlamaya çabalarsak o kadar daha iyi şeyler üretebiliriz. Şairlik yolunda olan gençlerimize -naçizane- önerilerim, büyüklük ve kibir duygusuna kapılmadan, sabırla ama sürekli araştırarak, okuyarak, yeni şeyler öğrenerek ilerlemeleri. Eleştiriye ve özeleştiriye açık olmak da bu işin olmazsa olmazlarından. Ayrıca sadece kendilerine verilenle yetinmemelerini, çalışmalarında yerel ve ulusal düzeye paralel olarak evrensel örnekleri de dikkate almalarını ve titizlikle izlemelerini öneririm. Yani her ikisinin de bir arada olması gerek. Hem bakış açısı hem de akıl yürütme yöntemi olarak, insanlığın ortak değerlerine ve ulusal sınırları aşmış değerlere saygı duymalarının, şair adaylarının faydasına olacağına inanıyorum. Bilinçli olarak her daim bizi din, milliyet, mezhep gibi kalıplara sıkıştırmaya çalışan dünyanın ‘efendilerine’ inatla, bir şairin bu kalıpları kabul etmeyerek ‘dünya yurttaşı’ olmaya çalışması gerektiğini düşünüyorum. Yine bu yolda insanın genel kültürünü zenginleştirmesi de oldukça önemli. Tarih ve felsefe bilmek, üreteceğiniz eserlerin gerçek bir zemine oturması ve ikna edici olması için gerekli. Çünkü uğraştığınız konu ne olursa olsun, gerçeğin farkında olmadan üretmeye çalışacağınız çözümler eksik kalır, hatta yalan-yanlış-yanıltıcı olur. Sanat, gerçeklerden bağımsız, tümüyle soyut bir şey değildir. Aksine sanat, gerçeğin dolaylı bir tarzda ve estetik olarak ifade edilmesidir. Tüm bunlar, elbette şiir için de geçerlidir.
Benim sizin şiirlerinizi beğenip size hayran olmam ne kadar doğalsa sizin de başka şairlere hayranlığınızın olması o kadar doğaldır. Yüksel Yokolma’nın beğenip hayranlık duyduğu şairler kimlerdir?
Umarım ilk şiirlerim konusunda hissettiğiniz hayranlığa layık bir şair olarak, kervanına dahil olduğum bu yolculuğu hakkıyla sürdürebilirim. Elbette bu konuda elimden gelen çabayı göstereceğim, hiç olmazsa bunun sözünü verebilirim size. Ortaokul yıllarımda Kalan Lisesi’nde matematik öğretmenim olan Osman Ekici’nin bana hediye ettiği, Dinçer Sümer’e ait Sandalım Kıyıya Bağlı isimli şiir kitabının, yaşamımda çok farkında olmadığım bir dönüm noktası olmuş olabileceğini zaman zaman düşünürüm. Sonrasında şiirleriyle tanıştığım Hasan Hüseyin Korkmazgil, Enver Gökçe, Ahmed Arif, Nihat Behram, Nevzat Çelik, Adnan Yücel, Didem Madak ve elbette Nazım Hikmet’i şiirlerini beğendiğim şairler arasında; uluslararası düzlemde ise Pablo Neruda, Bertolt Brecht, Louis Aragon, Konstantinos Kavafis ve İranlı kadın şair Füruğ Ferruhzad’ı da şiirlerini beğendiğim şairler arasında sayabilirim. Henüz bir kitabı olmasa da imgelemi oldukça güçlü olan ve şimdilik Önder Meytani mahlasıyla yazan kardeşimi de şiirlerini beğendiğim şairlere hiç çekincem olmadan dahil edebileceğimi de bu vesileyle belirtmek isterim.
Payız Kentlerin Hayalcisi’nin başlığını da, kapağını da beğendim. Şiirlerinizi de büyük bir keyifle okudum ve tat aldım. Bu tadı unutacağımı zannetmiyorum. Sizi yeni tanımış bir okur olarak bu leziz şiirlerden oluşan kitabınız için defaten kutluyorum. Şiirlerinizi okuyanların da bana hak vereceğine inanıyorum. Yüksel Yokolma’nın edebiyatımıza yeni başka güzel tatlar getireceğini görebiliyorum. Söyleşiyi sonlandırırken özellikle söylemek istediklerinizin olup olmadığını merak ediyorum.
Şiirlerimden böyle bir keyif almış olmanız beni ziyadesiyle mutlu etti. Bu mutluluk hissini bana tattırdığınız için asıl ben size teşekkür ederim. Benim için yazma işi, gerçekte çok anlamlı ve hayattaki amaçlarımla uyuşan çok güzel bir uğraş. Aynı zamanda şu geçici ömrümüzden sonra eserlerimiz sayesinde bize üretken bir kalıcılık sağlayabilme gücünde olan bir ihtimalin çabası bu. Benim açımdan şairliğin en güzel taraflarından biri de insanı zaman zaman kendi benliğini aşıp başka insanları anlamaya, onlarla özdeşlik kurmaya, onlarla empati yapmaya zorlaması ve bunu bir ölçüye kadar başarması. Bu yola girme konusunda hevesi olanların, bu heveslerini ertelememelerini tavsiye ederim. Çünkü kim olursa olsun, bu süreç, aynı zamanda insanın kendisini geliştiren, ufkunu genişletip aydınlatan bir emeğe denk düşüyor. Bu emek hem ötekiler hem de bir üretici olarak kendiniz için çok değerli ve bir o kadar öğretici… Ben yazmaya devam edeceğim. Çünkü ben yükü birlikte sırtlamayı ve sevinçleri bölüşmeyi önemsiyorum. Verili koşulların gittikçe yalnızlaştırıp kendi kabuğuna gömmekle tehdit ettiği insanlığın bir parçası olarak; bu tehditle restleşmek üzere kendi usulüm olan bu paylaşım ve ortaklaşma yöntemini benimsiyorum. Değerli okurların, şiir türünde ilk kitabım olan Payız Kentlerin Hayalcisi’ni beğeneceklerini umarım.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Eseriniz hayırlı olsun, okuru bol olsun.
Rica ederim. Bana benzer düşünceleri olan insanlar bağlamında; bana bizi okuyucuya anlatma fırsatı verdiğiniz için çok memnun oldum. Güzel dilekleriniz için tekrar teşekkür ederim…