Yaşamla dolu bir mahalle. Çocuk Arif, Mukadder Sultan, Derviş Dede, Maryam Hanım, Kirpiksiz Suzan, Nana, Gülamber, Gadem ve diğerleri. Bir yaşanmışlığı, bir tarihi ören onlarca insan. Zambaklar, kapı önüne çekilmiş, eskimeye yüz tutan kamyon, kahkaha sesleri, kahve kokusu, kavuşmaların sevinci, misafirlerin telaşı… İnsanları yaşatan mekân; mekânı canlı tutan insanlar. Ve sesleri, kokuları, umutları, acıları.
Unutulmaması gerekenleri; sevdiklerimizi, uzağına düştüklerimizi, yitirdiklerimizi, yüreğe kazınanları. Maryam Hanım’ın mezar taşını kıranları; onu Meryem olmaya zorlayanları. İnsana dair olanı… Ne var ne yoksa.
“Ben şaşırmamayı biraz da onlardan öğrendim. İnsana dair her şey olağandı bizim evde.”
Kamyon Kafe, dedesi ve büyükannesiyle yaşayan anasız bir çocuk olan Arif’in ağzından mahallenin ve mahalle sakinlerinin hikâyelerini anlatıyor. Yerinden koparılmış insanlar, on yıllarca saklanan sırlar, izi silinmemiş anılar, mahalleyi gitgide yutan beton yığınları; bir çocuğun kişiliğini şekillendiren kimi acı kimi sevgi dolu dokunuşlar…
“Hafıza çekmecesinde hep pırıl pırıl kalacak fotoğraflarımın ilki sayılmazdı. Ama en parlaklarından olacağı belliydi. Daha çocukken bile biliyorsunuz bunu. Belki de, en çok çocukken biliyorsunuz.”
Geleneksel mahalle kültürü içinde, komşuluk dayanışmasının varlığını hep hisseder Arif. Anasız, hep bir yanı yaralı bir çocuk olsa da sevgi içinde büyür. Sevgiyle, sevmek için büyür. Ve hatırlamak için. Sevgiyi, sevilenleri; yaşamı ışıklı kılan herkesi ve her şeyi.
“Bunu derken öyle bir baktı ki gözlerime, insanın yalnız kalbiyle, sesiyle değil, gözleriyle de sevebileceğini o bakışlardan öğrendim.”
Yaşama katlanabilmek, sevgiyi sürdürebilmek için bazen susmak gerektiğini de öğrenir. Sözcüklerin kimi zaman bıçak olabileceğini; insanın kendine bile itiraf edemeyeceği bir gizin hep olduğunu öğrenir.
“Bazı şeyleri insan kendine bile söylemez. Başka türlü nasıl yaşardı!”
Evet, unutmayı da öğrenir. Mücadeleye devam edebilmek için, yüreği güçlü tutmak için unutmak gerekebileceğini öğrenir. İnsanın nefes almak için bazen yük atmak zorunda olduğunu öğrenir.
“Bazen bildiğini sen bile unutursun ki dönsün dünya.”
Susmayı öğrenir. Kimi zaman diğerinin yüreğine dokunmak için sözlere ihtiyaç olmadığını öğrenir. Bazı sessizliklerin derin konuşkanlığına güvenmek gerektiğini öğrenir. İçe gömülen sözcüklerin de güçlü bağlar kurabildiğini öğrenir.
“Bir daha da Gadem’e hiçbir şey sormadım. Anasız çocukların anlaşmak için sorulara da, yanıtlara da ihtiyacı yoktur. Ne zaman başım dara girse, Gadem’in gözlerini üzerimde hissettim.”
Görmeyi, bakmaya cesaret etmeyi öğrenir.
“Bazı yanıtlar, insanın kalbinde ömür boyu kapanmayacak delikler açabiliyor. Sonra işte, kalp gözüyle görmeyi öğreniyor insan. Benim kalbimdeki delik o gün mü açıldı?”
Çiğdem Sezer’in ıhlamur kokulu (yani yumuşak, sıcak ve huzur veren) romanı, Kamyon Kafe temel olarak hatırlamayı, hatırlamanın ve hatırları canlı tutmanın değerini anlatıyor. Bunu sevgiyi, umudu, direnci ve kararlılığı; vefayı, hüznü ve kayıpları Arif’in gözünden aktararak, adeta bir mahallenin gizli kalmış günlüğünü bize aktararak yapıyor.
Ve Arif’in meraklı, sevecen bakışlarıyla dürtüyor yüreğin hafızasını.
“İyi saatte olsunlar var mı yok mu bilmem, ama yağmurun bir hafızası var, kesin… Unutmamayı öğretiyor insana, hatırlamayı, bizi biz yapan hatıralarımıza sahip çıkmayı.”
Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (1 Mart 2019)