Orhan Koçak’ın son çalışması Tehlikeli Dönüşler’in odağında, 1950’li yıllardan günümüze süregelen bir birlikteliğin ipuçlarını okuma, anlamlandırma çabası var. Orhan Koçak, Yusuf Atılgan’dan Ayhan Geçgin’e uzanan ve bazı noktalarda tam tersi istikamette yürüyen, uğradığı sapmalar yüzünden zaman zaman yarı yolda kalan bu akışı, tekdüze bir süreklilik yerine devinim halindeki bir döngü olarak yorumluyor. Söz konusu döngünün kesişim noktalarının birinde Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı, bir başkasındaysa Aylak Adam’ın mirasını taşıyan ve kimi zaman benzerlikleriyle kimi zaman da Aylak Adam’a getirdiği yeni açılımlarla karşımıza çıkan Ayhan Geçgin’in üç romanı Kenarda, Gençlik Düşü ve Son Adım yer alıyor.
Orhan Koçak metinleri derinlemesine okuyor, satır aralarındaki benzerliklere/ izdüşümlere odaklanıyor, gelişigüzel kullanıldığı düşünülen kelime ve kavramların kılcaldamarlarına kadar iniyor. Metinleri öylesine didik didik eden bir okuma biçimi ki bu, üzerinde durduğu düşünceyi Lacan’ın, Freud’un, Žižek’in, Deleuze’ün felsefi kavramları ve yorumlarıyla Kafka, Sartre, Marx ve daha nicelerinin fikir ve eylemleriyle açıyor, genişletiyor. Haliyle, Aylak Adam ve Ayhan Geçgin’in üç romanı arasında birebir karşılaştırmadan, kıstas kaygısından söz etmek mümkün değil. Orhan Koçak’ın konuyu yakaladığı noktaya uygun olarak söylemek gerekirse; bir benzerlik veya aynılığın bir diğerini izlemesiyle kendi içinde devinen bir döngü, Tehlikeli Dönüşler.
Geçgin’in romanları Aylak Adam’ı hortlatır
Yunus Nadi Roman Armağanı jürisindeki Behçet Necatigil ve Haldun Taner’in, ödülü Aylak Adam’a verme teklifine sinirlenen Orhan Kemal, konuşmasıyla ibreyi Yılanların Öcü’ne çevirir. Aylak Adam’ı beğendiğini, Atılgan’da yazar kumaşı olduğunu söyler Orhan Kemal. Oysa büyük bir eksik bulur onda, “Romanın kapağını kapatınca,” der “bana vermek istediği, bana duyurmak zahmetine katlandığı mesaj ne?” Toplumun bütününe yöneltilmeyince insana dair sorunları önemsiz buluyor olmalıdır; oysa ezilen Anadolu halkını ustalıkla anlatan, “dört başı mamur” görünen Yılanların Öcü’nün ise bir meselesi, fikri, yorumu vardır. Tartışmalar sonuç vermeyince Halide Edip elini masaya vurarak “Birincilik Yılanların Öcü’nündür” der ve toplantıdan ayrılır. Kimse Halide Edip’e itiraz etmez tabii, ödül Fakir Baykurt’a verilir. Orhan Kemal öfkeyle İkbal kahvesine gider ve ne olduğunu soranlara bu çetin mücadeleyi şu ifadeyle özetler: “Namusumuzu kurtardık.”
Orhan Kemal’in öncülüğündeki jürinin kurtardığı, bir bakıma, büyük şehirde bütün imkânlara sahip olmasına rağmen hala kendini arayan bireyin ‘şımarıklığına’ karşı ezilen, itilen Anadolu insanının büyük dertleri, bu dertlerin bir olay anlatımıyla ele alınması ve yorumlanmasıdır.
Romanın kurgusuyla kaderi özdeşlenir sanki. Yarışmada ikinci olan kitap, uzun süre yeni baskı dahi göremez. Değişen ve bireyi önceleyen dünya algısının da etkisiyle birlikte bugün Aylak Adam ve benzeri metinlerin kazandığı ivmeden söz etmeye gerek bile yok. Kenarda kalan, Gençlik Düşleri’yle savrulup duran bireyi merkeze konumlandıran çalışmalar var tabii. Bunlar arasında Ayhan Geçgin’inkilerin bir baba-oğul psikolojisi içinde bir mirası taşıdığını, borcu üstlendiğini düşünüyor Orhan Koçak. Ayhan Geçgin’in romanlarından bahsederek, “bu üç kitap,” diyor “daha önce yazılmış her şeyin basıncını, borcunu üstlenmiş gibi duran bu üç roman, Aylak’ı gecikmiş bir edebiyat tarihindeki muhafazasından çıkarıp bizim zamanımıza ‘hortlatır’ gibiydi.”
Tarihsel takımyıldız oluşturan analoji
Romanda Aylak Adam, “yetinen” insanlardan yakınır. Oysa o, var olanla yetinmez ve roman boyunca da arayış halindedir. Kavram üzerine yorum getiren Lukács ve Bloch’un, arayış eylemini, başı ve sonu belli olan doğrusal bir hareket olarak görmelerini kusurlu buluyor Orhan Koçak. Arayışın, hem Yusuf Atılgan hem de Ayhan Geçgin’de bir döngünün odak noktasında yer aldığını düşünüyor. Brooks’un, “romanın başında her zaman hazırdır arzu, romanı başlatır ve sürdürür” sözünün Aylak Adam’a birebir uyarlanabileceği fikrinde. Koçak’a göre romanın merkezine yerleşen bu arzu, Geçgin’in metinlerinde –yine döngüsel- bir dürtüye evriliyor. Zola’dan yola çıkarak değindiği iş, fabrika, üretim kavramlarında da bu döngünün izlerini ve Aylak Adam ve Geçgin romanlarının izlerini buluyor: “Geçgin’de arzunun,” diyor Orhan Koçak “çünkü dürtünün girmesiyle tuhaf bir mecazilik ediniyor iş ve üretim: kendi somut varlığının ötesinde başka hayat alanlarıyla analoji sağlayan bir paradigma.”
Kahramanların eylemlerindeki aksiyonun yönü de romanın kendisiyle aynı döngü içindedir. Yusuf Atılgan’dan Ayhan Geçgin’e ya da tam tersi istikamette devam edip duran ve bir diğerine ulaşan bu döngüde, bir arzunun peşindeki kahramanların eylemleri de döngüyü besler, onu oluşturur. Nihaî hedefin doğrusallıkta bulunmadığını fark eden kahramanların, sürekli sapmalarla şekillenen bir dönme eylemini oluşturduğu muhakkak. Buna işaret eden Orhan Koçak da “hedef tam ilerde değil, hep biraz yanda kalıyor, biraz yana kayıyor gibidir,” diyor “her dönüşün bir ‘kısır döngü’ olması gerekmez; yine de doğrunun (düz çizginin) kararlılığına karşılık, döngüde duraksama ve yanılgıların ısrarını buluruz.”
Birincisi olay örgüsünde aktif rol oynaması olmak üzere, iki gerekçe sunarak Aylak Adam’ı Türkçedeki ilk şehir romanı olarak nitelendiriyor Orhan Koçak. Bu, Atılgan’dan Ayhan Geçgin’e devredilen mirasın bir parçası aynı zamanda. Onun kahramanları da tıpkı Atılgan’ınkiler gibi bütün döngüsünü şehirde sürdürüyor. Yine de Geçgin’deki şehrin belli başlı ayırt edici noktaları, nüansları olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor Orhan Koçak ve şehrin Geçgin’de alegorik bir vasıf üstlendiğini, yine de bu genel alegorinin bazı özgül ve sabitleşmiş figürleri olduğunu iddia ediyor. Özellikle Kenarda’da, “bir bilmece,” diyor Orhan Koçak “bir muamma, çözülmeyi bekleyen bir sır, çözülmek için bir şifre.”
Gelgelelim peşine düşülen arzunun her yeni harekette yeni yeni sapmalarla odak değiştirdiği sonsuz bir döngünün içinde şehir de bir türlü çözülemiyor.
Aylak Adam, Orhan Kemal’in de itiraz ettiği gibi tahkiyeyi önceleyen bir formun uzağındaydı. Orhan Koçak, olay örgüsünü önceleyen yazarların zirve yaptığı bir dönemde Ayhan Geçgin’in neden kısmen kendini gizleyen, sırlarını açmayan bir formda yazdığı sorusunun peşine düşüyor. Edebî miras bir köşede, farklı bazı unsurlar arıyor ve Kenarda’yı örnek göstererek yazarın olayı öncelemek yerine “ânı yakalamak hedefinde olduğunu söylüyor: “Onu neo-hikâyecilikten ayıran asıl etken, bir tahkiye zevkinden geri durmasından çok, metinsel-olmayan, hatta dilsel olmayan bir hakikat düşüncesine bağlı kalmasıdır.”
Orhan Koçak’ın Aylak Adam ve Ayhan Geçgin romanlarında bulduğu benzerliklerin, gidip gelmelerin, geriye ve ileriye doğru bırakılan mirasların sayısı oldukça fazla ve sınırlı bir yazıda hepsine değinmenin maalesef imkânı yok. Roman sanatının dinamiklerine kafa yoran hemen herkesin belki katılacağı belki karşı çıkacağı yaklaşım ve fikirlerle dolu bir çalışma Tehlikeli Dönüşler. Orhan Koçak’ın ifadesiyle, bir analoji. 1950’li ve 2000’li yıllar arasındaki bu döngüsel analojiyi Walter Benjamin’in “tarihsel takımyıldız” deyimiyle niteliyor ve “Don Quijote,” diyor Koçak “kendi zamanından çok sonra Balzac’ın kitaplarında bir kürsü buluyorsa eğer, Son Adım’ın adamı da bazı ‘sırlarını’ ancak Aylak Adam’a ifşa edebiliyordur.”
Tekin Budakoglu – edebiyathaber.net (15 Kasım 2017)