“Öykü denizinde yol aldığım bir teknem var.”
Cemil Kavukçu son dönem Türk öykücülüğünün kıymetli isimlerinden. Yaşamın kıyısından kalplerimize ulaştırdığı öykülerle geniş bir okur kitlesine ulaşan Kavukçu, yazdığı çocuk kitaplarıyla minik yürekleri de kattı okurları arasına. Kavukçu her şeyden önce mütevazi kişiliği ve samimi tavırlarıyla kendisini tanıyan herkeste sevginin izlerini bırakan bir isim. Cemil Kavukçu’yla edebiyata dair bir söyleşi yaptık.
Edebiyatımızın değerleri adına düzenlenen edebiyat ödülleri bu yıl da sahiplerini buldu. Siz, bu yarışmaların bir kısmında jüri üyesiydiniz. Son dönemlerde edebiyat ödüllerinin objektiflikten öte arkadaşlık kriterlerine göre verildiği iddia ediliyor. Kimini mutlu kimini de huzursuz eden bu ödülleri 2010 yılı için nasıl değerlendiriyorsunuz?
Edebiyat ödülleriyle ilgili söylentiler son dönemlerde değil, benim edebiyat dünyasına ilk adımımı attığım yıllarda da vardı. Bütün bunlar gerçek midir, ya da ne kadarı gerçektir, bilmiyorum. Seçici kurul üyeleri, önceden bir ad üzerinde anlaşırlar mı, onu da bilmiyorum. Sonuçta, bir araya gelen beş ya da yedi kişinin öznel bir seçimiyle belirleniyor ödül. Onların yerinde başka birileri olsaydı sonuç da değişebilirdi. Görev aldığım yarışmalarda arkadaşlık kriterlerinin öne çıktığı bir duruma tanık olmadığım gibi bana, asla kabul etmeyeceğim, “ödülü şu kişiye vermeyi düşünüyoruz,” gibi bir öneri de gelmedi. Rumuzla katılınılan yarışmaların bir ölçüde bu tür söylentilerden korunduğunu söyleyebilirim. Yılın en iyi şarabını seçen degüstatörlerin önüne etiketsiz şişelerin gelmesi de boşuna olmasa gerek.
Her yıl edebiyat ödülleri açıklandığında beni şaşırtan,“nasıl olur” dediğim bir ad mutlaka olmuştur.
Edebiyat dergiciliği her geçen gün kan kaybediyor. Geride bıraktığımız yılda da birçok dergi çekildi edebiyat dünyamızdan. Diğer yandan da internet dergiciliği, devamlı yenilenen edebiyat sitelerinin sayısı her geçen gün artıyor. Bu değişim hakkında ne söylemek istersiniz?
Kuşak farkından kaynaklanıyor olsa gerek, önceleri internet dergiciliğine sıcak bakmıyordum. Artık görüşüm değişti. İnternette her gün yenilenip tazelenen bir dergicilik anlayışıyla karşı karşıyayız. Edebiyat dergisinin çıkması için bir ya da iki ay beklemeniz gerekmiyor. Üstelik her görüşe yer verilen bir tür “serbest kürsü” anlayışı da var. Edebiyat dünyamıza bir çokseslilik getirdiğini düşünüyorum. Bunun yanı sıra edebiyat dergiciliğinin kan kaybetmesine de üzülüyorum. Ben, dergiye dokunmak, mürekkep kokusunu duymak, okurken beğendiğim satırların altını çizmekten hoşlanıyorum.
“Edebiyat dergiciliğinden daha fazla kan kaybediyor kitap ekleri.”
Birçok gazete kitap eki çıkarıyor. Bu eklerde hemen hemen hiç olumsuz eleştiriler yayınlanmıyor. Kitap tanıtımlarının tamamı “güzellemeler”e dayanıyor diyebiliriz. Kitap eklerinin edebiyat dünyamıza katkısı noktasında ne düşünüyorsunuz? Dergiciliğin gerilediği bir dönemde bu eklerin dergilerin işlevini görmesi mümkün mü sizce?
“Edebiyat dergiciliğinden daha fazla kan kaybediyor kitap ekleri.”
Birçok gazete kitap eki çıkarıyor. Bu eklerde hemen hemen hiç olumsuz eleştiriler yayınlanmıyor. Kitap tanıtımlarının tamamı “güzellemeler”e dayanıyor diyebiliriz. Kitap eklerinin edebiyat dünyamıza katkısı noktasında ne düşünüyorsunuz? Dergiciliğin gerilediği bir dönemde bu eklerin dergilerin işlevini görmesi mümkün mü sizce?
Kitap ekleri gittikçe ilgi alanımın dışına çıktı. İlk kitap eki veren gazete Cumhuriyet’tir. O yıllarda ekleri biriktirirdim. Edebiyat dergilerine yakın bir doyuruculuğu vardı. Son yıllarda ise birçok gazetenin verdiği ekler, dediğiniz gibi güzellemeler ve söyleşilerden oluşuyor. Bu da, kendi sonlarını hazırlayan sürecin başlangıcı. İrtifa kaybettiklerinin farkında değiller. Ödüllere yönelik “kayırmacalık” eleştirisi acaba kitap eklerine niye yapılmaz? Bu eklerin edebiyatımıza katkısına gelince, yeni çıkan kitapları duyurmaktan, onlarla ilgili övgü yazıları yayımlamaktan öteye geçmiyor. Yakından tanıdığım kişilerin bir bölümü artık kitap eklerine hiç bakmıyor; bildiği, izlediği ya da arkadaşı ile ilgili bir yazı çıktıysa yalnız onu okuyor. Söyleşilere tepkililer. Bir bölümü ise başlıklarına bakıp hiçbir şey okumuyor.
Bence edebiyat dergiciliğinden daha fazla kan kaybediyor kitap ekleri.
Bence edebiyat dergiciliğinden daha fazla kan kaybediyor kitap ekleri.
Kültür sanat sayfaları gazetelerin “kurtarılmış bölgeleri” konumunda. Her şeyin çok çabuk geliştiği ve değiştiği ülkemizde edebiyatın, sanatın ve sanatçının gazetelerde yeterince yer aldığını düşünüyor musunuz?
Kaç gazetenin kültür sanat sayfası var? Olanların kaçı kültür ve sanatla ilgili? İlgili olanlar edebiyata ne kadar yer veriyor? Bizde bir süredir kültür sanatla magazin birbirine karıştırılır oldu. Gazetelerin birçoğunun kültüre ayrılan sayfaları televizyon dizileri ile ilgili son derece sığ haber ve yorumlarla dolduruluyor. Bu konuda oldukça karamsarım, uluslar arası başarı kazanmış yazarlarımız ve sanatçılarımızın haberleri dışında sanat, özellikle de edebiyat gazetelerimizde yer almıyor.
2010 kültür başkenti İstanbul için yıl içerisinde yüzlerce faaliyet yapıldı. Görünen o ki bu faaliyetler çoğu sanatçımızı memnun etmedi. Siz bu çalışmaları nasıl buldunuz?
İstanbul’da yaşamadığım için basından izlediğim kadarıyla haberdarım bu faaliyetlerden. İstanbul’da yaşasaydım da değişen bir şey olmazdı. Kültür başkenti ne demek? Bunu kimler, hangi değerlere göre belirliyor. İstanbul’un, Paris’in ya da Londra’nın kültür başkenti olmasının benim için bir anlamı yok. Bu tür yakıştırmaları zorlama ve yapay buluyorum.
“Sinemaya uyarlanan edebi yapıtlar bende hep düş kırıklığı yaratmıştır”
Son yıllar ağırlıkta olmakla birlikte televizyonlarda birçok edebi eser karşımıza sinema veya dizi olarak çıkıyor. Bir edebi eserin ekrana veya perdeye taşınması onun edebi ruhunda bir boşluk, eksiklik oluşturur mu? Sizin başarılı bulduğunuz veya takip ettiğiniz uyarlamalar var mı?
“Sinemaya uyarlanan edebi yapıtlar bende hep düş kırıklığı yaratmıştır”
Son yıllar ağırlıkta olmakla birlikte televizyonlarda birçok edebi eser karşımıza sinema veya dizi olarak çıkıyor. Bir edebi eserin ekrana veya perdeye taşınması onun edebi ruhunda bir boşluk, eksiklik oluşturur mu? Sizin başarılı bulduğunuz veya takip ettiğiniz uyarlamalar var mı?
Bir edebi eserin sinemaya ya da televizyona uyarlanmasını doğru bulmuyorum. Yazarın bize sözcüklerle çizdiği görüntü, resim ve yüzler her okuyanın imgeleminde başka başka biçimler alırken, sinema ya da televizyona uyarlandığında tek yönlü olarak yönetmenin seçimine bağlı kalıyoruz. Yazarın belki yarım sayfada anlattığı bir ağacı, saniyenin onda birinde görüp kaybediyoruz. Peki, iç sesleri, ruhsal çözümlemeleri nasıl göreceğiz? Edebiyat-sinema ilişkisini önemsiyorum. Bu, edebiyatçıların sinema ya da televizyon için özgün senaryolar yazmasıyla gerçekleşebilir. Yazarların, sinemayı düşünmeden yazdıkları roman ve öykülerin uyarlanmasını ise yazara ve yapıta karşı bir saygısızlık olarak görüyorum. Aşk-ı Memnu ve Yaprak Dökümü bu konuya içler acısı iki örnek.
Sinemaya uyarlanan edebi yapıtlar bende hep düş kırıklığı yaratmıştır. İzlediklerim arasında iki örneği bunun dışında tutuyorum. İki film de usta yönetmen John Huston imzasını taşıyor. Biri James Joyce’in “Dublinliler” kitabında yer alan “Ölüler” öyküsü, öbürü de Malcolm Lowry’nin “Yanardağın Altında” romanından aynı adlarla uyarladığı filmleri.
Sinemaya uyarlanan edebi yapıtlar bende hep düş kırıklığı yaratmıştır. İzlediklerim arasında iki örneği bunun dışında tutuyorum. İki film de usta yönetmen John Huston imzasını taşıyor. Biri James Joyce’in “Dublinliler” kitabında yer alan “Ölüler” öyküsü, öbürü de Malcolm Lowry’nin “Yanardağın Altında” romanından aynı adlarla uyarladığı filmleri.
Cemil Kavukçu, son birkaç yılda yayınladığı çocuk kitaplarıyla (Hav Hav Kardeşliği, Özgürlüğe Kaçış) çocukların da büyük beğenisini kazandı. Hatta bu eserler son zamanların en iyi çocuk kitapları arasında gösteriliyor. Bu ilgiyi bekliyor muydunuz? Çocuklar için yazmak nasıl bir duygu?
Üç kitaptan oluşan BOPATO dizisinden söz ediyorsunuz. Burada hiç alçakgönüllü davranmayacağım. Çocukların bu kitapları beğeneciğini biliyor ve böyle bir ilgiyi bekliyordum. On yıl önce Erdal Öz, çocuk edebiyatına da yönelmemi, bu konuda başarılı olacağımı söylemiş, bir çocuk kitabı yazmam için ısrar etmişti. Kendimi hazır hissetmediğimi, yazamayacağımı söylemiştim. Bu kez de, yazdığım öyküler içinden çocukların da beğenerek okuyabileceği bir seçki yapmamı istemişti. 2004 yılında yayımlanan “Selo’nun Kuşları” böyle bir seçkiydi. Altı yıl sonra, 2010 yılında çocuklar için yazmaya hazır olduğumu hissettim. Yazarken çok mutlu oldum, çünkü böyle bir kitabı okurken heyecanlanacağım, duygulanacağım çocukluk yaşlarıma döndüm.
Henüz raflarda yerini alan Düşkaçıran kitabınız, öykücülüğünüz için ne ifade ediyor? Cemil kavukçu okurları Düşkaçıran’da da yaşamın kıyısından öyküler mi okuyacak?
Öykü denizinde yol aldığım bir teknem var. Kaptanı da, makinisti de, miçosu da benim teknenin. Otuz yıldır bu denizdeyim. Koylara girer çıkar, beğendiğimiz yerlerde günlerce kalırdık.
Yine aynı teknedeyim. O beni nereye götürürse oraya gidiyorum artık.
Yine aynı teknedeyim. O beni nereye götürürse oraya gidiyorum artık.
Sizin için 2010 yılının en güzel on roman ve öykü kitabı hangisidir?
Sevgili Yusuf, bu soruyu yanıtlamasam olur mu?
Söyleşiyi gerçekleştiren: Yusuf Çopur (6 Ocak 2011)
Söyleşiyi gerçekleştiren: Yusuf Çopur (6 Ocak 2011)