I
Üniversite yaşamını hakkını vererek yaşayan bir insan, hiç kuşku yok ki yıllar sonra bir durum değerlendirmesi yaptığında, yaşamının en güzel dönemlerinden birini yaşadığını söyleyecektir.
Sosyal ve kültürel etkinliklere ulaşımın kolay olduğu, büyük kampüse sahip, nitelikli öğretmenlerin ve öğrencilerin bulunduğu bir üniversite, hemen herkese çok şey katar. Çoğu insan için aileden ilk defa uzaklaşılan, tek başına ayakta kalmaya çalışılan, yeni insanlarla tanışılan, kısacası gelecekteki yaşamımıza yön verecek tecrübelerin kazanıldığı bir dönemdir üniversite yılları.
Okul biter bitmez, iş bulma, askere gitme, evlenme telaşı başlar ve büyük çoğunlukla tesadüflerin yönlendirmesiyle, kaygı dolu ve bıktırıcı ölçüde tekrarlar barındıran bir hayatın içinde buluruz kendimizi.
Zaman daha hızlı akmaya başlar; ev-araba taksitleri, kira ve fatura ödemeleri, çoluk çocuk kaygısı, yaşla birlikte gelen fiziksel aksamalar, seçemediğimiz insanlarla birlikte çalışmanın getirdiği baskı ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz onlarca unsur bizi dar bir alana hapseder. Zaman ilerler ve kaybetmekten korktuğumuz şeyler o denli artar ki kendimizi, yüzleşmekten kaçındığımız bir hayatı yaşarken buluruz.
II
Dag Solstad’ın yazdığı Mahcubiyet ve Haysiyet, yüzleşmekten kaçındıklarımızı yüzümüze tokat gibi çarpan bir roman.
Mahcubiyet ve Haysiyet’in ana karakteri, Elias Rukla ellili yaşlarında, yirmi beş yıldır mesleğini yapan bir edebiyat öğretmenidir. Kitapta, Ekim ayında kurşun renkli gökyüzünden kara yaşmaklara benzer parça parça bulutların geçtiği bir pazartesi gününde yaşananlar anlatılıyor. Elias Rukla, akşamdan kalmış olmanın verdiği sersemliğe rağmen her zamanki kahvaltısını her zamanki gibi yapıyor ve her zamanki gibi anlatacağı dersine yetişmek üzere yola çıkıyor. Anlatıcı, bu noktada bize, Elias Rukla’nın karısıyla vedalaşma anında, ilerleyen sayfalarda okuyacaklarımızla ilgili ilk ipucunu veriyor.
Rukla, o günkü dersinde Henrik İbsen’in Yaban Ördeği isimli oyununu incelemeye devam edecektir. Daha önce yüzlerce belki binlerce ders saati boyunca tekrarladığı bir dersi bir kez daha verecektir. Dersin bir noktasında, oyunda daha önce fark etmediği bir detayı fark eder ve bu detay üzerine düşünürken Rukla’nın görmezden geldiği bir şeyler harekete geçer ve kahramanımız, okul çıkışında bir kriz geçirir.
Bu noktadan sonra kitabın zaman kurgusu bir çember çizerek geriye sıçrar ve Elias Rukla’nın üniversite yıllarından başlayarak anlatı gününe kadarki yaşamını okuruz.
III
Mahcubiyet ve Haysiyet, dilimize oldukça geç kazandırılmış bir eser. Kitap, ilk olarak 1994 yılında yayımlanmış. Aradan geçen onca zamana rağmen, eskimemiş (eskimeyecek) bir yapıtla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Dag Solstad, tüm iyi edebiyatçıların yaptığı gibi, didaktik olma hatasına düşmeden, tek bir kişiden yola çıkarak insana, insanı anlatmayı başarıyor. Mahcubiyet ve Haysiyet’i bitirdiğimizde bize son derece uzak bir kültürün içinden bir bireyi anlatmasına rağmen, tüm insanlığın aslında tek bir ortak paydayı paylaştığını bir kez daha anlıyoruz.
Mahcubiyet ve Haysiyet, kısa olmasına rağmen barındırdığı uzun cümleler ve dolambaçlı anlatımı nedeniyle okurdan biraz emek talep ediyor. Kitabın çevirmeni, Banu Gürsaler Syvertsen, Sabit Fikir dergisinin ocak sayısındaki söyleşisinde, çeviri sürecine dair şu bilgileri vermiş:
“Çok severek başladığım bir kitap, yazarın biraz ‘fiyakalı’ anlatım seçtiği cümlelerde kâbusa dönüşebiliyor. Norveççede basit anlatmak tercih edilir, ancak kendi üsluplarını öne çıkaran bazı yazarlar bazen cümleleri çok uzatarak (Dag Solstad’daki gibi) bazen de doğa betimlemelerinde balık avından, kaya formasyonlarından, orman toprağı ve bitkilerine kadar kullandıkları terminolojiyle (Ambjørnsen’in Gece Gündüzü Düşlüyor’undaki gibi) çevirmeni ve hatta çevirmenin akıl danıştığı Norveçlileri bile bezdirebiliyor.”
“Mahcubiyet ve Haysiyet’te edebiyat öğretmeni kahramanımız kitabın ilk kırk sayfasında Norveç’in dünyaca ünlü oyun yazarı Ibsen’in Yaban Ördeği’ni uzun uzun irdeliyordu. Burada Ibsen’in Norveç’te çok ünlü repliklerinden alıntılar vardı. Onları çevirirken çok tereddüt ettim, hâlâ da içime tam sinmeyen çok güzel bir söz var, Türkiye’de de alıntılandı: ‘Bir insanın elinden hayatı boyunca kendisini kandırdığı şeyi aldığınız anda mutluluğunu da bitirirsiniz.’ Burada ‘livsløgn’ sözü geçiyor, hayat yalanı demek, ‘hayatı boyunca kendisini kandırdığı şey’ olarak çevirdim, hâlâ düşünüyorum daha iyisini yapabilir miydim diye.”
Yalnızca bu iki paragraftan bile, çevirmenin işini ne denli titizlikle yapmaya çalıştığını anlayabiliriz. Kitabı orijinal dilinde okuma şansım yok ama okuduğum çeviriye yalnızca dil ve anlatım açısından baktığımda bir okur olarak, beni rahatsız eden en küçük bir detay bile olmadığını söyleyebilirim.
IV
Okuduğum birçok kaynak, Dag Solstad için “Kuzey Avrupa Edebiyatı içinde yer alan en önemli yazarlardan biri” tanımlamasını yapıyor. Norveç’in yaşayan en büyük yazarı veya Norveç’in en cesur, en zeki romancısıdır, diyenler de var.
Solstad, Norveçli Eleştirmenler Ödülü’nü üç kere kazanmanın yanı sıra Kuzey Avrupa Edebiyat Ödülü’nü de kazanmış.
1941 doğumlu yazarın yayımlanmış yirmiye yakın kitabı var. Sabit Fikir’in yukarıda andığım sayısındaki bilgilere bakacak olursak yakın tarihte, yazarın üç kitabını daha okuma şansına sahip olacağız:
Banu Gürsaler Syvertsen tarafından çevirilecek Profesör Andersen’in Gecesi, yine YKY tarafından yayımlanacak. Deniz Canefe ise, Jaguar kitap için Dag Solstad’ın iki kitabını çevireceğini açıkladı.
Geç tanıştığımız bu önemli yazarın diğer kitaplarını da okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (25 Mart 2019)