-Her zaman kendisi olarak kalan
tek şey düşlerdir.
1 . Benim gök gözlü selvicanım, şimdi bilmelisin ki sözün okyanusuna açılıyoruz seninle. Turna katarı olmuş sevinçlerimle kendimi ehlileştiriyorum. Yani ayrılığı, özlemi, vuslatı yaşatan günleri hatırlamaktır bütün amacım.
Canımı esriten, geçiş barınakları bildiğim yurtluklarıma uğruyorum önce. Yani acıyı, kavuşmayı yaşatan sözlere bağlanmaktır dileğim.
2. Ey benim canımın canı, bil beni, tanı ve anla; ki, bu yolculuğumda divitim yurtsuzluğum, kağıdım encamın oldu. Benim sırma saçlı sevincim, uzak yerlerdeyiz şimdi. Menekşelerin, yarpuzların, nergislerin kokusunu getiren dağ yellerinin sılasındayız yani. Canımın özü, canı tenden ayıran acının barınağındayız artık. Yani dilin dağlandığı, sözün savrulduğu, suyun bulandığı gökyüzünden uzağız.
3. Ey can barınağım, uzaklaştıkça bağlandığımız bir selvi gölgesindeyiz seninle. Yani ne ölümlü, ne de ölümsüz yaşanılan yerde. Ayrı dağlarda, ayrı gökler altındayız.
Şaşkınlığın geçmişti ki, o sesi duydun. Gökyüzünde döne döne uçan paçalı güvercinlerin çoğaldığı bir ândı.
Ayaklarının altındaki toprak kayıyor sandın. Sese döndün. Yürüdün. Yitirdiğin dağ esintilerini, dağ çiçeklerinin akşam yeliyle gelen kokusunu hissettin birden.
Ses… Yaklaştıkça seni alıp götürüyordu. İçine içine çekiyordu, o bilinmez yol alışa, belki!
İnsanlar gelip geçiyordu yanıbaşından. Kıpırtıları fark ediyordun yalnızca, bir de renkleri. Ayrılığın, yokluğun, kayboluşun renklerini… Gökyüzünde bulmaya çalışıyordun her birini.
4. Ey rüzgârın yönsüz yeli, benim efendim ol. Yönsüzlüğüme yön kıl. Ağlayış gölgelerinde saklı bakışlarıma dön. Ey sureti yoksul gönül canı, dön ve bak bana. Bu kopuşu, yurtsuzluğu var eden savrulmaların kitabını aç ve oku bana. De ki: yol dervişi olmaktan sakın, encamımı unut, sernigûn gönlünü viran kılan yüzün özlemini saklında tut.
Erzurum çarşı pazar, leylim aman aman
İçinde bir kız gezer, oy ninen ölsün
Sarı gelin aman, suna yârim
Elinde divit kalem, leylim aman aman
Katlime ferman yazar, oy ninen ölsün
Sarı gelin aman, suna yârim.
5. Sese dönüyorsun yine. Bir ağlayış tufanındasın. Kentin taşlı yollarında kalbin. Toz bulutuna gömülüyor yüzün.
Avuçların ıslak. Katı bir ılıklık, damlıyor gömleğine.
O sesin uğunduğu yüreklere uzanıyorsun. Kentleri kentlere kardeş kılan yollara düşüyorsun. Bir ışığın ardına düşercesine renkten renge giriyorsun. Bir an yitiriyorsun kimliğini.
Dağlar siz ne dağlarsınız, leylim aman aman
Kardan leçek bağlarsınız, oy ninen ölsün
Sarı gelin aman, suna yârim.
Gül sizde bülbül sizde, leylim aman aman
Daha niye ağlarsınız, oy ninen ölsün
Sarı gelin aman, suna yârim.
6. “Unutuşun yüzü bu mu?”, diye soruyordu kendi kendine. O kimliğinden uzaklaşmıştı günlerdir, hatta aylardır. Yazmakta olduğu kitabı, araştırma notlarını bir yana bırakıp buralara değin gelmişti. O sesin yakınında durmuştu o da. Üçlü kavşakta buluşmuşlardı. Yazdıklarının özüyle kucaklaşacağını bilemeden düşmüştü yola. İlk durak yeri bir başka kent olacakken; bir renk, bir koku, bir düş izi, o rastlaşma ânı yol ibresini bu kente çevirmişti.
Şimdi gelip durduğu yerin anlamını çözmeye çalışıyordu. İçinde avazlanan sese kulak veriyordu ara sıra. Kavuşmanın durağına gelmişti, ya da öyle sanmıştı. Kavuşmak yitirmekti aslında. Öteki sesi dinliyordu.”Ben” ve “öteki”nin arasındaki düş tufanıyla altüst olmuştu. Yitirdiği kent çocukluğuydu: sokağı, evi, oyun düşleri, yol izleri, bahçe gölgeleri, çiçek renkleriydi… Bir de kokulardı: kar kokusu, lavaş ekmeğinin kokusuyla gelen baş dönmesi… Sonra su sesi… Rüzgâr… Zemherinin nişanesi ayazda gelen, yüreği ateşe buza kesen…
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun dedi ki yok yok
Ak elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır dedi ki yok yok.
7. Sesimin sesi ol ey canım. Suda, yelde ve ateşte yol bulanım ol ey sükutum, gül seyrim. Zamana hükmeden sözün yalınkılıç sırdaşı;bu sese dön yüzünü. Özlemi ve ayrılığı aynı gölgede tutmadan tanı. Gününün rengini bil, bir de gecenin sesini dinle.
Ey cenkdeşim, yiten gölgede kalan izim. Solan günün akşamına benziyor gözlerin şimdi. Benim solgun bakışlı efendim, gönül çerağım. Unutma bu kenti. Ötekini ve yazıcıyı. Unutma varoluş ve yok oluş, sürüklenişin öyküsünü. Bir de kavuşmanın, savruluşun uğrak yerlerini.
Dedim inci nedir, dedi dişimdir
Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir, dedi yaşımdır
Dedim daha var mı, dedi ki yok yok.
8. Bu ses yönünü bulduruyor sana. Sararan ekinlerin dalga dalga, bulut bulut yayıldığı ovada yelesine tutunduğun doru kısrağın tırıslamasını ansıyorsun birden.
Yaranın ancak doğduğun iklimde iyileşebileceği söylenmişti sana. Düşülen ateşlerin açtığını örtebilecek iklime yol alıyordun. İçinde avazlanan bir ses…
Düşlerin ötesine geçiyordunuz birlikte. Bir başka gökyüzüydü o sesi getiren. Gerisini sen tamamlıyordun.
Hazane ermeden bahar-ı ömrüm
Bir muhabbet – name yaz bana gönder
Hecr ile yanmıştır dayanmaz bağrım
Sitemli sözleri az bana gönder.
9. Ey canımın canı efendim, avazlanan sesimi dinle. Yolumu yoluna düşürmek isterim. Sana kavuşmaya can baş koyduğumu bil, bana ışık tut. Canımı canından ayırma canışığı efendim.
Ölümü gözleyen yolların ırağına geçelim, sükutuna erelim canı tenden ayırışın.
Dedim ölüm vardır, dedi aynımda
Dedim zulum vardır, dedi boynumda
Dedim ak memeler, dedi koynumda
Dedim ve ağzıma, söyledi yok yok.
10. Açtın gönül kitabını, bir de sen okumaya koyuldun. Ateşlerden ateşlere düştün, yara izlerini gördün. Sana dedi ki
“Aşık olan canını kayırmaz.
İster zahit ol, ister kötü kişi.. canını terkettin
mi aşıksın.
Gönlün, canına düşmandır… canını terk et, at yola.
Canını attın mı yol biter.
Yol bağı candır; ver canını… ondan sonra perdeyi
Kaldır, sevgilinin yüzünü gör!”
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (10 Aralık 2019)