“Hiçbir şey sesler kadar canlandıramaz geçmişi.”
“Beni arayın,” demişti.
Susmuştun.
Kar serpiştirmeye başlamıştı.
Bakışların başka yerdeydi. Sesin senden uzaklaşmasını beklemiştin, bir de gölgesinin.
***
O günün gecesini unutmadığını hatırlatmıştı.
“O gece o kadar çok ağlamıştı ki… insan böyle mi yapar Kâmil abi,” sesindeki titremeyle ağlayışı biriktirmişti.
Kendini tutuyordun.
Bakışımsızdın adeta o ilk günkü gibi.
***
Cebindeki leblebileri hatırlamıştın. Daha çok sıcaklıklarını. Karlıbuzlu yollarda yürümüştünüz.
Suskundu.
Her zamanki gibi.
Elini tutmak istemiştin, ötelemişti.
“Siz okuyan, üstelik delifişek birisiniz ben sizinle yapamam,” sözündeydin.
Bir yanıt aramıştın yol boyunca.
O, sessizliği bozmuştu:
“Biz arkadaşız, hem babam sizinle tanışmak istiyor…”
Gene araya ıssızlığın gölgesi düşmüştü.
Bu kez susan, dağların devrilmesini bekleyen sendin.
“Eldiveninizi giyinin, hava soğuk,” sözünün sevecen uyarıcılığına uysalca uymuştun.
Onun elini bekleyen elini bir ânda unutmuştun.
Yinelemişti son söylediğini:
“Babam sizi yarın mağazada bekliyor.”
İçin ılınmıştı.
Bir adım daha yakınlaşmıştınız sanki!
Ne diyeceğini bilememiştin.
“Sizinle yapamam,”daydı aklın.
Oysa o da okuyan biriydi. Bu nasıl bir bahaneydi!
Sevenin sevileni olmak baş edilemeziydi onun. Her haliyle; “ben sevmeliyim, seveceğimi ben seçmeliyim,” duruşu, düşüncesi vardı.
Kırgınca konuştuğunun farkındaydın.
“Hep böyle sorular mı sorarsınız,” deyişi seni öfkelendirmişti, gene de belli etmemeye çalışmıştın bu tavrını.
Susmuştun.
Bu kez o üstelemişti:
“Çok didikliyorsunuz her şeyi, çok meraklısınız…”
Hep böyle kesik kesik konuşurdu.
“Hayat sorulardan başka nedir ki, yaşamamızın anlamı sorulardadır ,” deyip kesin suskunluğa bürünerek karanlıkta kaybolmuştun adeta.
Karanlık Kümbet’in önüne gelmiştiniz. Sokak lambası önünüzü aydınlatıyordu. Kar yağışı hızlanmış, göz gözü görmez olmuştu.
Ne gecedeydiniz, ne de akşamın karanlığında. Kar aydınlığı sarmıştı her yanınızı. Dünya durmuştu sanki. Ses de, söz de… Her yan beyaza kesmişti. Karın sesini dinlercesine bakıyordun ona. Serpiştiren kar uzun kirpiklerine değerek kristalize olmuştu. Gözlerine dokunurcasına bakıyordun adeta o siperlenen kirpiklerini aralayarak…
Durdurmuştu seni bakışlarıyla önce, buruk bir sesle:
“Ben buradan ayrılmalıyım,” derken gülümsemiştigene de.
“Bu yol ikimizi de çıkmaza götürür,” demiştin içlenerek.
Gözleri gözlerindeydi bu kez.
Ellerini uzatıp ellerini tutmuştu. Burukluğun yitmişti bir ânda.
“Yok yok, eldivenlerinizi çıkarmayın; böyle daha iyi… hem ben sizden ayrılmıyorum ki…”
“Ama bizden ayrılığı seçiyorsunuz şimdi,” diyerek hazırcevaplığa soyunmuştun ilk kez.
“Görüyorsunuz , ben sizinle sözde baş edemem. Bilin ki sizi düşünmeye gidiyorum.”
Bir adım atıp yakınlaşmıştın.
Eldivenli eliyle durdurmuştu ne yapacağını bilerek.
“Çok acelecisiniz. Hem daha biz oralara gelmedik, yalnızca arkadaşız,” sözleriyle bir ân kalakalmıştın.
***
“Ablam hep öyleydi, Kâmil abi. Sizi sevdiğini bile söylemeye cesaret edememişti bir türlü. Yazıp göndermediği onca mektuptan birini seçip bana vermişti, ‘belki bir gün gerekebilir,’ diyerek. Galiba o gün bugün Kâmil abi…Hadi, onu uğurlayalım, sonra okursunuz.”
Aklın hâlâ o kar yağışlı gecedeydi, onu öpmeye yeltendiğin gecede.
“Beni arayın ama,” demişti.
Susmuştun.
Bir daha hiç birbirinizi görmemiştiniz.
Sonraki gün kenti terk etmiştin.
Döndüğünde, yıllar öncesindeki o ânı hatırlamıştın; o elem dolu geceyi aydınlatan sesi kulaklarındaydı. Şimdi sonsuz kederlerdesin.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (13 Şubat 2018)