1./ Sır
Bir sır belki aramızdaki sözler.
Sana gelen, senin olan. Dönüşsüz zamanın dilini anlatan.
2./ Yüzün Senin
Işıltılar çağı geçti sanmıştım.
Gül yaprağın dökünce, zaman eskir denmişti.
Ay buluta girince, yıldızları seçemez olurduk.
Ama bu bahar, bu bahar var ya; hani cemresiyle gelen, tomurcuklarıyla açan, kokularıyla başdöndüren, yağmurlarıyla sırsıklam eden…
İşte böyle geldin bana; gül goncalandı, ayaydınlıktı gece, bütün cemreler dillenmişti, nisan yağmurları gibi ağmıştın içime, bedenime, sözlerime.
Yüzün senin, ışıltılı çağ yansıması şimdi bana.
3./ Nereye Gidiyorsun
Kaçırıyorsun bakışlarını, ellerin sıcak.
Gözlerimde izi var gözlerinin.
İçli ve kırılgansın, hep gitmeye hazırsın; kendince yaşamalara…
Elem istemez duruşun. Susarak anlatmayı seçiyor bakışların.
Başka iklimlerdesin, başka sözlerde; nereye gidiyorsun diyemem sana.
4./ Yoluna Düşeceğim
Çağrısız kal, adsız zamansız. Bu bahçeden geçme sakın, dokunma bu rüzgâra. Çağıran ne dön bak, ışığın geldiği yeri gözet. Gözlerim anlatır yoluna düşeceğim zamanı.
5./ Patika
Ayrımında mısın yolların? Kapanıp kalan gecenin… Geçitsiz dağın, susuz çölün, tuzsuz denizin, yelkensiz geminin…
Söyle, şimdi hangi patikada yol alıyorsun?
6./ Polenler
Yurtsuz kalışın savruntusu.
Arayış, bırakılmışlık serpintisindeler her sabah.
Dokunmaya gelmez, tutunmayı sanki ar eden hallerine bakıyorum şimdi.
Başıboşluk değil, biliyorum o arayışları.
Öyledir yerinden kopmak.
Boşluk alır sizi içine, dönedurdurur. Duymaz kimse avazınızı. Görünenin aldatıcılığı açıktır yorumlara.
Dikkatinizi verip de bir poleni izler, onu görmeye, hatta tutmaya çalışırsanız anlarsınız savruntusunun nedenini.
Gelen yağmur bulutları hızlandırır kaçışlarını.
Yokoluş çığlığı her yanda. Uzanıp dokunmak isterseniz bir polene, anlarsınız bunu.
Şimdi gözlerimi alıyor her biri. Üzerime konup konup kalkıyor.
Bu sabah sözün durduğu yeri anlamışlarcasına üzerime üzerime geliyor polenler.
Sen yoksun; sesin, yüzün, sözün de yok.
Yalnız polenler sırdaş bana bu sabah.
7./ Sen Olsaydın
Dağılırdı gökyüzünde sesin. Olsaydın sen, dönerdi gün; zaman yeni bir dil dökerdi, silinirdi yaban bakışlar. Sesin, yalnızca sesin yeterdi, bilsen, yiterdi gece kuşları, elem çayırlarından geçerdik; sen, bilsen, öyle susmazdın.
Dağılırdı gökyüzünde sesin, avuntu çarşılarından geçerdim sen olsaydın…
8./ Dilimin Yalnızlığında
Avunç, avuntu… Dilsizleşme yolumun durakları.
Bilirim içsesin tınısında beklemeyi.
Sesin öyle kırılgan, bakışların öyle sıcak ki; suskunluğunu yormuyorum hiçbir şeye. Yalnızca sana yakın olabilecek sözler kuruyorum. Ama seni düşünerek, senden geçerek. Senin o suskun bakışlarını can havuzlarından geçirerek.
Ne dersen de; dönünce yüzümü sana, duruyor zaman. Sözün kendi zamanında dilevine giriyorum. Nerdesin, ne yapıyorsun diye düşünürken, çıkıp bahçemde bekliyorum seni.
Susuz, ıssız, ağaçsız, gölgesiz bir bahçe!
Gözlerim alınca bakışlarının ışıltısını, bir ânda oranın yeşerdiğini görüyorum. O bahçe, duvar, geçilen o sokaklar, iğde ağacı kokuları, boğaz’dan gelen denizin esintisi… İşte seni bende tutan duygunun barınağı…
Yalnızca bakıyorum bahçene, kıyındayım. Sessiz ve atak, suskun ve tutkulu.
9./ Susuyorum
Yüzündü yalnızca beni çağıran…
Ses etmeyip, işaretler koymayıp, söz dökmeyip beni algına çağıran…
Dur, ve de bak Küçüğüm. ‘Nedir bu’ deme sakın! Çünkü ben de bilmiyorum, adını koyamıyorum.
Bildiğim şu ki: seni düşününce kendimi yazının/yaşam(lar)ın içinde iyi hissediyorum.
Yüzün, anlatımcı bir ressamın çizgilerini taşıyor. Bakışların füg ezgisi gibi yalın, içli, buruk, ışıltılı… Ellerin yanardağa lavı taşıyor…
‘Sus artık,’ der gibisin. Susuyorum, bakışlarını dinlemek için gözlerine dalıyorum.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (17 Kasım 2020)