Katil uşak mı?
Celil Oker’le tanışmam 2004 yılında tasarımcı Bülent Erkmen’e ait bir proje için Murathan Mungan, Faruk Ulay, Elif Şafak ve Pınar Kür ile birlikte yazdıkları Beşpeşe adlı romanla olmuştu. Kitabın isminden de anlaşılabileceği üzere beş yazarın peşpeşe, birbirlerinin bıraktıkları yerden bir sonrakinin devamını getirdiği bir romanla… Beşinin de kendilerine özgü üsluplarını ziyadesiyle hissettirdikleri o romanla…
Oysa Celil Oker, 1999 yılında düzenlenen Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması birincisi olmasından, ben kendisiyle okur olarak tanışana kadar geçen beş yıla beş ayrı polisiye roman sığdırmış bir yazar. Diğer bazı polisiye yazarları gibi o da romanlarında “ortak ana karakter”(Remzi Ünal) kullanmaktan hoşlanıyor. Kahramanın kendini anlatımıyla: Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir frequent flyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunamayan, eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal (Sayfa 206). Onun belki biraz da sıradan bir tabirle “tipik bir dedektif” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Biraz aykırı, insanlara (özellikle kadınlara) mesafeli, özel hayatındaki ilişkilerinde doğru zamanda doğru sözleri söylemeyi pek de beceremeyen, her ne kadar duygusallıktan uzak olmaya çalışsa da yumuşak kalpli, teknoloji özürlü olmasının yanısıra sigara ve kahve tutkunu “cool” bir aikidocu.
Kahramanımızı bir önceki polisiyede (Son Ceset) ölümden, katilin tetiği çekeceği anda gelen telefon kurtarmıştı. “Yenik ve Yalnız” isimli bu yeni macerasında da dedektifimiz, “Top Oynayan Ceset” polisiyesinden tanıdığımız Yıldız Turanlı ile evlenmek uğruna mesleğini bırakmayı kabul etmiş, eşyalarını çoktan birlikte oturacakları eve taşıtmıştır. Ancak Yıldız Turanlı ile son bir kez uğradıkları eski evden ayrılırlarken gelen telefona cevap veren özel dedektifimiz kendisini yeni bir işin içinde bulur. Arayan, onu bir önceki macerada ölümden kurtaran kadındır; telesekreterine defalarca not bırakan, yüzünü hiç görmediği ve hiçbirinde kendisini araması için telefon numarası bırakmayı akıl etmeyen, o evdeyken tesadüfen hiç aramayan, sadece telesekretere not bırakıp yardım isteyen kadın: Hülya. Bu telefonuyla da hem Remzi Ünal’ın hem de kendi hayatını değiştirdiğinin farkında bile değildir. Belki de bir dedektiften istenmeyecek kadar basit gibi gözüken bir iş teklifinin “koca”sının öldürülmesine, Yıldız Turanlı’nın da Remzi Ünal'la evlenmekten vazgeçmesine varacağından haberi bile yoktur. Hülya’nın istediği sadece, kocası Kemal’in çekmecesinden aldığı zarfın kimseye belli edilmeden yerine koyulmasıdır; tabii zarfın içine bakılmaması şartıyla…
Zarf, ilk Remzi Ünal polisiyesinden beri “reklamcı arkadaş” olarak bahsedilen, ismini ise nihayet “Yenik ve Yalnız”ın bitiminde öğrenebildiğimiz karakterin yardımıyla galerideki çekmeceye bırakılır. Ama ne yazık ki dedektifimizin işi bununla bitmez. Hülya’nın kocası Kemal Çakır’ın Akmerkez önündeki güvenlik şeridinde, siyah camlı bir araba içinde hem de güpegündüz öldürülmesi, olayların sanıldığı kadar basit olmadığını gösterir. Öldürülen Kemal Çakır’ın cebinde dedektifimizin reklamcı arkadaşının kartının bulunması ise araştırmanın gidişatını değiştirirken, aslında öldürülen galericinin eşi olmadığı ortaya çıkan Hülya’dan dedektifimize yepyeni bir iş teklifi gelir. Bu kez isteği, galerideki çekmeceye bırakılmasını istediği zarfın kendisine geri getirilmesidir. Gereken tek şey, cinayete yeterince bakmaktır artık.
“Cinayetler kendi kendini çözer. En azından benim bulaştıklarım öyleydi. Bir cinayete yeterince bakarsan, kimin öldürüldüğünü anlarsın. Kimin öldürüldüğünü anlayabilirsen, neden öldürüldüğünü… Onu da anlarsan kimin öldürdüğü apaçık çıkar ortaya.”(Sayfa 173)
Celil Oker’in akıcı dili ve sözcük kullanımındaki becerisi, polisiyeseverler için bulunmaz nimet. Yarattığı yan karakterlerin ve geçen diyalogların da son derece inandırıcı olduğunu söylemek doğru olur. Olayların birbirinden kopmaması ve her bölüm bitiminde bir sonrakini merak etmenizi sağlayan ustalıklar da kitabı elinizden bırakmanızı zorlaştıran diğer ögeler. Yazarın her romanı bir öncekinin devamı niteliğinde yazması ise polisiye dizilerden birini televizyonda izlemek kadar, hatta belki daha da zevkli. Zira, arabasının camı kırılarak kasetçalarının çalınması, dedektifimizin bir sonraki macerasında bu hırsızlığa gönderme yapıp arabasına alarm taktırmasına sebep olabiliyor. Ya da bakkalın, gazeteyi zamanında getirmeyen çırağının bu hareketine alışıveriyorsunuz.
Birçok yazar karşısındakiyle konuşur gibi roman yazmaktan kaçınadursun, Celil Oker bu tarzı ciddi bir beceri ile kullanarak kuralların yıkılabilir, yazım sınırlarının genişletilebilir olduğunu da gösteriyor bizlere. Özel dedektifimizi/anlatıcıyı çoğu zaman onun yanıbaşındaymışız, hatta başından geçenleri sohbet esnasında “bize” anlatıyormuş gibi konuşturarak okuyucuyu romana ortak etmeyi de başarıyor : “Başka yöne bakmaya hakkım yokmuş gibi önüme bakıyordum. Konuşur konuşmaz alt dudağımı ısırdım. Kanamadı. Yeterince acıdı ama. Evde denemeyin.” (Sayfa 174)
“Dünya üzerinde bir özel dedektifin, bir apartmana girip çıkacak olanları otomobil içinde gözetlemesi için en uygun yeri arayacak olsaydınız, şu anda bulunduğumdan daha iyi bir konum bulamazdınız.” (Sayfa 132)
Ne yalan söyleyeyim, romanın bazı kısımlarında dedektifin günlüğünü gizlice ele geçirmişim gibi hissettiğim bile oldu. Celil Oker kitaplarını ardarda okuyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır.
Gerilim dozu hiç düşmeyen, aksiyon filmi seyreder gibi heyecanla okurken satır aralarında tebessüm etmekten de kendinizi alamayacağınız bu macerayı özellikle polisiyeseverlerin kaçırmaması gerekir.
Kitaba dair ipucu bekleyen meraklı okurlar için ise şu notu düşmekte fayda olabilir: Katil uşak değil!
Z. Güldem Zeybek Tazegül – edebiyathaber.net (20 Şubat 2011)