Yazarın imzasıyla ve “Sözün büyüsü hep sizinle olsun…” notuyla geçti bu kitap elime. Nasıl da güzel bir dilek acemi bir okur için. Neyse ki çok sürmedi bunun bir dilekten ziyade, büyülü sözler için bir konum bilgisi olduğu anlamam. Okudukça anladım. Anladıkça sevindim.
“Sana” diyerek başladı ve nahif bir teşekkürle sona erdi keyifle akan sayfalar. “Bu serüven artık senin, bu kitap sana emanet…” dedi yazar. Ellerimin arasında zamana meydan okuyan kelimelerden örülü bir hazine vardı ve bu hazineye sahip çıkmanın en iyi yolu yazmaktı. Bu emanete sahip çıkacakların sayısı çoğalmalıydı.
Çiğdem Koç’un -kendi ifadesiyle “sözcüklerin gücünü her zaman omuz başında hisseden” bir yazarın, kitabıyla soluklandım; sevgi kırıntılarına bile aç kaldığımız kurak bir zaman diliminde. Aşka ve edebiyata doyuran bir kitap geçti yüreğimden. İkimizden Daha Büyük Bir Şey. Ne kadar mutlu olurum, bu yazı sayesinde en az bir kişinin bile bu deryaya yelken açmasından.
Bir okur için bu yolcuğu cazip kılacak iki önemli husus var, diğerlerinden biraz fazlaca kendini belli eden.
Bunlardan birincisi, yazarın çok iyi bir okur olması. Birbirinden bağımsız kelime demetleri içerisinde başka başka bahçelere açılan kokular var. Bir kitaba başlayacaksınız ve sayfaları çevirdikçe yeni kitaplarla tanışacaksınız. Koç, anlatıları içerisinde titiz alıntılarla okurlarına yeni okuma listeleri sunuyor adeta. Bir oyunun içine yerleştirilmiş sürpriz kutucukları gibi her alıntı ve hemen her yazıda en az bir yeni sürpriz sizleri bekliyor. Bir sonraki yazı için okuru sabırsızlaştıran bu özellik, acemi ya da usta her seviyeden okur için büyük bir kütüphane içinde gezinti hissi veriyor. Merak etmeyin, kaybolmayacak ya da sıkılmayacaksınız. Çünkü yanınızda çok iyi bir rehber olacak.
Okudukça mı yazdı, yoksa yazdıkça zihnine kazıdığı cümleleri mi gelip yazısının hamuruna kattı Çiğdem Koç tam olarak bilemiyorum, ancak ben kitabı okurken kendimi sıkça yazarın yanı başında hayal ettim. Bir sandalye çekip, sol yanına oturdum. Pencereye dönük bir masası var, sağ yanında kitaplığı. Parmakları teker teker ve özenle kelimelere dokunurken, gözleri kitaplıkta geziniyor. Bir satır aralığı, kafasını kaldırıp kitaplıktan bir cümle seçiyor. Aman Allah’ım. Tam yerine, tam olması gerektiği gibi. Yazıya yakışacak en güzel kokuyu alıyor gözüne kestirdiği kitaptan, yüzüne aşkın aydınlığı gelip oturuyor. Ben yanı başında şaşkınlık ve takdirle karışık bir ruh haliyle not alıyorum bu cümleyi ve okuma listeme ekliyorum hemen yeni bir kitabı. Not alarak, liste yaparak okudum bu kitabı ve öyle okumanızı tavsiye ediyorum. Anlayacağınız, tek bir kitap okumayacaksınız. İyi bir okurun, okuma listesi de bu kitapla birlikte hediyeniz olacak. Dilimize basit gelen “Okur-Yazar” tabirinin ne kadar derin bir sıfat oluşuna şahitlik ettim ben ve sizleri de tanık olmaya davet ediyorum.
Kitabı çekici kılan ikinci önemli özellik ise, zaman üstü yazılarla dolu olması. Bir zaman dilimine ait değil bu yazılar. Bugün benim ve sizin için, yarın çocuklarım ve çocuklarınız için, belki sonrasında onların da çocukları için. Canlı ve ölümsüz bir kitap bu. Hangi dönemde okunursa okunsun, dün yazılmış gibi. Dün; bugüne ışık tutan kelimelerin yazıldığı gün. Bugün; her yeni okurun kitabı eline aldığı gün.
Sadece iyi metinler okumanın hazzı yok bu kitapta. Yazarın yazıya olan tutkusu ve yazmaya dair “ne duruyorsun” çağrıları var en cesurundan. “Yazıyordun sen, başka neden korkabilirsin ki; yazmaktan bile korkmuyorsan?” diyor Koç bir yerde kendi kelimeleriyle ve başka bir yerde Sylvia Plath’ı konuşturuyor; “Yazıyorum, çünkü içimde susturamadığım bir ses var.”
Hayatın kendisi var her yazıda. Bazen bir çiçekten gelen koku, bazen kurulacak sofrada yemeğin tuzu, bazen adalet yolcuğunda yolun tozu… Ayrılık var, özlem var, umut var, isyan var. En çok da aşk var; hepsini birbirine bağlayan dayanıklı bir zincir halkası. Sorsam kaç farklı tanımı gelir aklınıza aşkın? Bir, üç, beş?… Şaşırmaya hazır olun, çünkü iki kapak ve 263 sayfa arasına serpilmiş bu kitapta aşkın binbir tonu.
Her kitapta benim için yazılmış cümleler biriktirmeye alışmıştım evvel. Bu kitapta kendime yazılar biriktirdim, hiç bir cümlesinden vazgeçemediğimden. Sırrını açık edip merakınızı köreltmezsem eğer iki yazıyı dikkatinize sunacağım ve okursanız bu kitabı sizi en çok hangi yazının içine çektiğini merak edeceğim.
“Yokuş Yukarı” bunlardan ilki. Başlık yazıya o kadar yakışmış ki. Bu yazıyı yazarken tekrar açtım 82. sayfayı. Hangi cümlenin altını çizmemişim ki. İlk cümlesini buraya bırakıyorum ve sonraki cümleleri yüreğinize ısmarlıyorum:
“Kış, adalet ve barış bu topraklara gelseler mi, gelmeseler mi karar veremiyorlar bir türlü.”
İkinci yazının başlığını vermeyeceğim. Dedim ya, okurken yazarın yanında hayal ettim kendimi hep. 226. sayfadayız. Ben yerimi almışım. Elimde kağıt ve kalem, yine not alacağım alışkanlığım üzere. O yazmaya başladı. Ama bir dakika böyle olmamalıydı, gözlerimde engel olamadığım bir hareketlenme. Kağıdı kalemi bıraktım bir kenara. Yüzümü sakladım yazar görmesin diye. Görmesin ki; kalemini sakınmasın, çekip çıkarmasın yüreğimden ve gözlerimdeki yaş düşüp yere, dönüşmesin zamanı durduracak bir gürültüye. “Hapishaneden çalıp getirdiğim gül tohumlarından birisi küçücük bir fidan oldu artık” cümlesiyle başladı ve “Bizi merak etme, iyiyiz biz. Sen ‘Nasılsınız’ diye sorma…” diyerek bitirdi. Ben üç noktanın sessizliği ile kendime geldim. Buğulu gözlerimle, gözlerine baktım kafamı kaldırıp. Bir başlık arar gibiydi. Kalın karakterli ve büyük puntolu. Elini tutmak istedim, “Bu yazı başlıksız kalsın ne olur. Bütün harfleri kalın, bütün harfleri büyük puntolu basılsın. Farkı olsun bunun diğerlerinden, başlıksız kalsın. Her okur kendi yüreğinde bir başlık atsın.” dedim, duymadı. Sonra bir başlık bulup geldi en sadesinden. Yazıya ne de güzel yakıştı.
Uzattım biliyorum. Daha da çok yazardım. Çünkü ben bu kitabı okumadım, yaşadım.
Umarım okursunuz bu kitabı, tabi ben yaşamanızı tavsiye ederim.
Bir küçük not bitirirken. Ben farkettiysem eminim siz de farkedeceksiniz. Bir yazarın tırnak içine alınmış kelimeleriyle karşılacaksınız sıkça. Kim olduğunu bileceksiniz. Ama şimdilik ismi burada yazılmasın. Kitabı alınca zihninizde şimşekler çaksın.
Yazarın kelimeleriyle bitireyim, yazı yerini bulsun:
“Sözün büyüsü hep sizinle olsun…”
edebiyathaber.net (9 Eylül 2023)