“Bir adam, hayatının tüm sırlarına birkaç saatlik bir uyku sayesinde ulaşabilecekken, bu sırlara ulaşmayı neden istemez?”
Bir hata yaptığımızda hayatı geriye sarıp tüm olup biteni düzeltmek isteriz. Belki de beklediğimiz bir iş için ya da öylece sırf merak ettiğimiz için, zaman makinesine bilinip ileri bir tarihteki hayatımıza göz atmak isteriz. Peki, yatarken bir yaş dileyip, uyandığımız sabah o dilediğimiz yaşla güne başlamayı ister miydik? Âdem Âdemoğlu’nun böyle bir özelliği var. Biliyorum, birçoğumuza böyle bir şans verilse kullanmak ister. Böylece geleceğe gidip 5-10 sene sonra hangi haldeyiz bakabilirdik, ya da yaptığımız bir hatanın telafisi için geçmişe gidip o hataları düzeltmeye uğraşırdık.
‘Zamanı Doğrusal Yaşama Obsesyonu’nundan muaf tek canlı olan Âdem Âdemoğlu, küçük yaşta anne babasını ve abisini bir trafik kazasında kaybediyor. Tabii istediği güne uyanma özelliği olduğu için defalarca kaza sabahına uyanıyor. Küçücük bir çocuk size trafik kazası geçireceğinizi söylese, defalarca bu yolculuktan sizi vazgeçirmeye uğraştığını anlatsa ona inanır mıydınız? Âdem’in anne ve babası da ona inanmıyor. Yola çıkıyorlar, kaza esnasında annesi oğlunun uyarılarını hatırlıyor, o kısacık zamanda şunları düşünüyor: “Âdem bir trafik kazasında nasıl öleceğimizin ayrıntılarını anlatmaya çalıştı yine. Canının istediği herhangi bir zaman dilimine uyanabildiğini, o yüzden de gelecekte neler olacağını önceden bilebildiğini tekrarladı durdu babasına zavallı sabim… ‘Ayrıntıları saniye saniye veriyor, kim bilir bu çocuk bu kâbusları kaç zamandır görüyor!’ diyerek bizde aradı suçu İsmail. Ama anlatmıyordu ki Âdem bu zamana kadar niye böyle durgun olduğunu; kâbuslarını, belki de halusinasyonlarını…”
Âdem işi gereği sürekli ev değiştiren biri, işi bu: Patronu onu hangi sitenin yönetim sistemini düzenlemesi için gönderirse oraya gidiyor. Taşındığı bu yeni evde Sera ile tanışıyor ve âşık oluyor. Ne var ki Sera evli ve çocuklu bir kadın. Bir gün Âdem çöpü dökmek için dışarıya çıkıyor, daire kapısını da kapatmıyor. Döndüğünde Sera’yı karşısında öylece dururken buluyor. Sera, ona kocasından dayak yediğini, kapıyı açık bulunca içeriye girdiğini söylüyor. Tabii Âdem âşık olduğu kadına üzülse de evinde kalmasını ilk etapta onaylamıyor. Sera Âdem’i ikna edince birkaç gün misafir oluyor. Bu kısa birliktelikte Âdem daha da âşık oluyor.
Sera evine dönmeye mecbur kaldığında işler eskisinden daha da kötüye gidiyor. İki sevgili merdiven demirinden birbirine komut vererek anlaşıyor: Eğer Sera demire vuruyorsa hala hayatta olduğunu Âdem’e bildirmiş oluyor. Günler böyle ilerlerken Sera bir gün Âdem’e kaçmak istediğini söylüyor. O gece Âdem geleceği merak ederek uyuyor, tabii görüyor da. İşler bu dakikadan sonra içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Âdem Âdemoğlu’nun bu ilginç özelliğini okurken bir yandan da kitabın diğer karakterleri kendi hayatlarını anlatıyor zaman zaman. Birinci ağızdan tüm karakterleri dinlemek sizi hikâyenin daha da içine sokuyor. Gökçe İspi Turan “Arabada Kim Var”dan sonra şimdi de başka bir polisiyeyle okuyucusunu “Âdem Âdemoğlunun Tek Muzaffer Günü”ne davet ediyor.
Tezcan Topal – edebiyathaber.net (9 Temmuz 2015)