Zamanın tortusundan süzülen edebi kazı | Eyüp Karakuş

Nisan 12, 2025

Zamanın tortusundan süzülen edebi kazı | Eyüp Karakuş

Bellek kimimiz için bazen bir sığınak, korunaklı bir liman, bazen içinde yitip gittiğimiz bir labirent… Ya da aynı anda her ikisi birden… Maria Stepanova, Belleğin Anısına adlı romanında, işte bu ürkütücü ve tehditkâr labirentin içinde hem geçmişe doğru bir yürüyüş tutturmaya çalışır hem de kendince bir yas bağlama biçimi sergiler.

 Kitap, yazarın yakın bir akrabasının (halasının) ölümüyle başlar, ancak bu ölüm yalnızca bir başlangıçtır, bir tetikleyicidir; asıl hikâye, bu ölümün ardından açılan perdeyle hızla genişleyecek, yitirilen akrabaların ve onların periferisinde dönüp duran diğer yaşamların izleri sürülecek, o hayatın ardında bıraktığı boşluklara bakılacak/düşülecek, sadece yitirilenler değil, onunla birlikte silinmeye yüz tutan geçmiş de aranacaktır.

Stepanova’nın anlatısı romandan denemeye, hatırattan mektuba, belgeden uyarlamaya birçok formun birbirine eklemlendiği melez bir ifade biçimiyle örülmüştür. Bu biçimsel geçişkenlik, aynı zamanda belleğin doğasını da yansıtır: açık, örtük, eksik, parçalı ve asla tamamlanmamış… Belleğin Anısına bu parçalanmışlıkla, bu boşluklu yapıyla kavga eden bir metin değildir, aksine onu kucaklar ve kabullenir. Bir tür arkeolojik kazı titizliğiyle ilerler ve doğal olarak, bulunan her şey kadar bulunamayanların da izini taşır.

Aile fotoğrafları, mektuplar, anlatılmamış hikâyeler, yarım kalmış cümleler… bütün bu parçalar, Stepanova’nın çizmeye çalıştığı aile tarihinin mozaik tablosunda eksik birer taş gibi, yavaş yavaş yerini alır, bir bütün oluşturma gayretine girer. Ancak yazar bu meşakkatli işi bitirmeye çalışırken sadece kendi ailesinin değil, bir kuşağın, bir halkın ve bir ülkenin unutulmuş tarihini de bilerek gözler önüne serer. Sovyet geçmişi, Yahudi kimliği, (kadın) kafasına boca edilmiş devasa bir kültürel miras ve tarihsel travmalar… hepsi, hatırlamanın ve unutmanın gerilimi içinde ve yazarın entelektüel ilgi ve birikimi zemininde kendine yer bulur.

Stepanova’nın metin boyunca işiteceğimiz sesi hem içe dönüktür, kişisel bir çığlık niteliğindedir hem de evrensel bir yankı taşır. Proust’un zamana direnen hatıralarıyla, Sebald’ın görsel-belgesel anlatılarıyla, hatta Annie Ernaux’nun kişisel ve toplumsal belleği iç içe geçiren dil yapısıyla etkileşim halindedir. Ama her şeye rağmen Stepanova’nın sesi kendine özgüdür: sessizliğin içinde konuşan, kayıplarla örülmüş bir geçmişin ete kemiğe bürünmesini sağlayan bir anlatı tarzıdır onunkisi…

Belleğin Anısına, klasik bir hatıra kitabı değil; bir hatırla(t)ma biçimi, bir anma ayini, hatta insanın içine işleyen kolektif bir ağıttır. Ve aynı zamanda güçlü bir edebi duruştur, edebi bir manifestodur: geçmişi yalnızca anmakla kalmayan, onu yeniden düşünmeye, sorgulamaya ve onunla yüzleşmeye çağıran bir metin… Belleğin kendisine yazılmış bir anıt, bir mezar taşı belki de.

Bu kitap, okurunu sadece bir başkasının geçmişinde dolaştırmakla kalmaz, onu kendi hafızasının karanlık derinliklerine inmeye de davet eder. Çünkü hepimiz, sonunda, belleğimizin kayıp odalarında bir şeylerin peşinde dolanan gezginleriz.

Belleğin Anısına, yalnızca bir bireyin geçmişiyle tanışmamızın değil, aslında her birimizin geçmişi hatırlama biçimlerimizin de romanı. 

Maria Stepanova, kişisel bir yas anlatısının izinden giderek belleğin kırılgan doğasına, aile arşivlerinin sessizliğine ve tarihin birey üzerindeki yankılarına ışık tutuyor.

 Fotoğraflar, mektuplar, nesneler, mekânlar, hatıralar ve boşluklar arasında ilerleyen bu metin; anımsananlar kadar, unutulanların da izini sürüyor. Bellek, kendi çabamızla, sil baştan kurduğumuz ve içinde artık aramızda olmayanların gölgelerinin dolaştığı yeni bir mekân, bir sığınak aslında… Ve bu roman, o sığınağın duvarlarına fısıldanan bir ağıt.

Zamanın tortusundan süzülen gelen bu edebi kazı, hem kişisel hem kolektif hafızaya yazılmış bir mektup… yitirilenlere, susanlara, susturulanlara ve hatırlama eyleminin kendisine adanmış bir mektup…

edebiyathaber.net (12 Nisan 2025)

Yorum yapın