Zamanların ötesine seslenen öykü: Sırça Köşk | Derya Balcı

Haziran 29, 2020

Zamanların ötesine seslenen öykü: Sırça Köşk | Derya Balcı

Türk edebiyatının büyük öykücüsü Sabahattin Ali’den zamana karşı koyan öyküler arasında yer alan Sırça Köşk 1945 yılında kaleme alınmış ve 1947 yılında bastırılmış olan kitaba adını vermiştir.  Sabahattin Ali, edebi kişiliğini toplumcu gerçekçi bir düzleme oturtarak yaşamındaki deneyimlerini okuyucusuna yansıtmıştır. Kendisinden sonraki Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatını etkileyen yazar, daha çok öykü türünde eserler verse de romanlarıyla ön plana çıkmıştır.

Öykü, üç kafadar arkadaşın uzun bir yolculuktan sonra gidecek yer bulma arayışı ile  başlar. Bir gün yüksekçe bir tepeye oturup ovaya yayılan büyük şehre bakarlar ve içlerinden birinin aklına bir fikir gelir. Hemen yola koyulurlar. Bu şehre gidip insanları kandırarak bir sırça köşk yapmak ve bolluk içinde yaşamayı amaçlarlar. Şehrin insanları çalışkan, yardımsever, kavgasız dövüşsüz, uşaksız, efendisiz yaşam süren insanlardır. Üç kafadar arkadaş şehre geldiklerinde, pazarda eşyalarını ve yiyeceklerini takas usulü alışveriş yapan halkın arasında dolaşarak “Allah Allah… Amma da acayip memleket ha!…”  diye söylenmeye başlarlar ve insanlar arasında merak duygusunu uyandırırlar. Halkın içinden biri dayanamayıp üç arkadaşa neden böyle söylediklerini sorar ve olaylar bunun üzerine gelişir. Mesele bu şehrin sırça köşkünün olmamasıdır. 

“Sırça köşkü olmayan şehir, sırça köşke bağlanmayan memleket olur mu?”

Merak duygusu ile başlayan halkın çözülmesi başka şehirlerden üstün olma duygusu ile devam eder. Halk, “Bizim başka şehirlerden ne diye noksanımız olsun? Ne lazımsa verelim, kimselerin memleketinden aşağı kalmak istemeyiz.” diyerek üç kafadar arkadaşın tuzağına düşer. Üç ahbap sırça köşkün mimarlığını üstlenir ve inşaya başlarlar. Camlar eritilip sırça duvarlar yükseldiğinde birinci kat tamamlanmış olur ve üç arkadaş köşke yerleşir. Halk bütün varını yoğunu sırça köşkün yapımı için verir. Birinci, kat ikinci kat çıkılır. Halk arasından köşke hizmet için insanlar alınır. Canından bezen halk, rahat yaşam sürebilmek için köşke girmenin yollarını arar. Halk, kendilerine sunulan bütün mazeretlere inanır ve mallarından vermeye devam eder. Bir gün halkın verecek bir şeyi kalmaz. Halkın korkacak bir şeyleri olmadığını anlayan üç kafadar arkadaşın ele başısı halka seslenir. Halktan aldıkları koyunların kellelerini, halka verirler. Kaleyi alanlar dağılmak üzereyken içlerinden biri elindeki başa bakarak bağırır. Koyun kellelerinin beyinleri, dilleri, gözleri yoktur. Böyle başın halka lüzumu yoktur diyerek kelleyi fırlatır. Sırça köşke çarpan kelle duvarda koskocaman bir gedik açar. Sonunda halk, yıkılmaz, kırılmaz olarak bildiği köşkün hiçbir şeyi olmayan kelleler tarafından yıkılabileceğini anlar. Sırça köşkten kalanları da temizleyip, eski güzel günlerine geri dönerler.

Sırça Köşk öyküsü, masalı anımsatan anlatım tarzı ile yazıldığı dönemin de ötesine hitap eden evrensel iletilere sahiptir. Üzerinde düşünülmesi gereken, eğretilemelerle oluşturulmuş bir metindir. Yazarın vermek istediği ileti; hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Anlamak için düşünmeye, düşünmek için beyne, görmek için göze, konuşmak ve sosyal haklarını savunmak için dile ihtiyaç vardır. Elleri işe yatkın olmayan, dolayısıyla alın teri ile kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi gözlerine kestiremeyen üç kafadar arkadaşın, çalışkan ve birbirini seven, birbiri ile yardımlaşma içinde yaşayıp giden bir şehre gitmelerini ve o şehirdeki insanların iyi niyetlerinden yaralanıp kendilerine çıkar sağlamalarını ve bolluk içinde yaşamak isterken yaşadıkları olayları konu edinir.

Öykü kahramanları; çalışmadan rahat bir yaşam sürmek isteyen, boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven, gittikleri yerlerin birinde yüz bulsalar beşinden kovulan üç arkadaş ve büyük şehrin çalışkan ve yardımsever insanlarıdır. Her dönemde, her zaman ve mekanda var olan tiplerdir. Üç kafadar arkadaş, karakter değil tiptir. Akılsızlığı temsil ederler. Halkın sırtından geçinen asalak ve uyanık geçinen tiplerdir. Bu üç kafadarın söylemleri ve yaptıkları,  düzeni ve prensipleri olan halkı peşlerinden sürükler. Halkın üzerinde oluşturmuş oldukları algı, işleyen  mekanizmayı bozar. Öykünün eylemi budur.

 Öyküde yer ve zaman belirsizdir. Bu belirsizlik öykünün masalsı yanını ortaya koymaktadır. Her masalın sonunda olduğu gibi iyiler kazanır. Halk iyidir, masumdur, kandırılmaya müsaittir. Kolaylıkla üç kafadar arkadaşın çıkarları için çalışmaya başlarlar. Kendi akıllarını kullanamazlar. Adeta akıl tutulması yaşarlar. Sırça köşkün saydamlığından dolayı içeride olan biteni bir türlü görüp anlayamazlar. Anlamaları için köşkün yıkılabileceğini somut olarak görmeleri gerekir.

Her masalın sonunda bir nasihate yer verilir. Bu masalın nasihati, bu öykünün okura vermek istediği ileti eğretilemelerinde saklıdır. Eğretilemelerin öne çıkanları; sırça köşk ve koyun kelleleridir.

Öykünün final cümlesi; “Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizlemiş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini yine arasından seçtiği adamlara gördürmüş, ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkaramamış. İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken, şu nasihatı vermeyi unutmazlarmış:

-Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.” 

Kaynak: Sabahattin Ali, Sırça Köşk, YKY Yayınları, 34. Baskı.

Derya Balcı – edebiyathaber.net (29 Haziran 2020)

Yorum yapın