Alejandro Zambra, son dönem Şili edebiyatının en önemli temsilcilerinden. 1975 doğumlu yazarın kitapları şimdiden birçok dile çevrilmiş durumda. Son yıllarda ülkemizde de Zambra’ya yönelik bir ilgi söz konusu. Şilili yazarın kitaplarını Türkiyeli okurlarla buluşturan Notos Kitap -Çiğdem Öztürk’ün nefis çevirileriyle elbette- bugüne kadar Bonzai, Eve Dönmenin Yolları ve Ağaçların Özel Hayatı kitaplarını yayınlamıştı. Bu listeye geçtiğimiz günlerde raflara düşen ‘Belgelerim‘ de eklendi. Daha önce yazmış olduğu üç romanla karşımıza çıkan Zambra, ‘Belgelerim’de ilk kez bir öykü kitabıyla karşımıza çıkıyor. ‘Belgelerim’ 210 sayfayla Zambra’nın en uzun yapıtı. Yazarın romanlarının hacmi 86- 160 sayfa arası olduğu düşünüldüğünde, öykü kitabının romanlarından uzun olması tam da Zambra’ya özgü bir ironi olsa gerek.
Zambra’nın, kitapları genellikle tematik bir ruh kardeşliği ve otobiyografik öğeler barındırır. Kırık aşklar, yazar adayları, boşanmalar, gençlik, geçmişle hesaplaşma ve Pinochet döneminin ağır tahribatı hemen hemen bütün kitaplarında karşımıza çıkar. Zambra, Belgelerim’de de benzer satırlarda kalemini dolaştırıyor. Boşanmanın eşiğine gelmiş aileler, kötü şairler, müzik, zamana sıkışmış olanlar, edebiyat, ergenliği darbe dönemine gelmiş olanlar ve Pinochet iktidarının insanların üzerine kabus gibi çökmesi gibi yazarın sıklıkla tercih ettiği mevzular bu kitapta da başrolde. Lakin bu kitapta en çok dikkati çeken temanın bellek ve hafıza olduğunu söyleyebiliriz.
Darbeler ve geçmişin yükü
Latin Amerika ülkelerinin siyasi tarihi kanlı askeri darbelerle doludur. Şili de, askeri darbelerden nasibini almış, uzun yıllar faşizmin ürkütücü gölgesinde yaşamıştır. Gözaltında kaybedilenler, siyasi cinayetler, sürgüne gönderilenler… Pinochet diktatörlüğünün Şili toplumunda yarattığı derin travmatik izlerdir. Şili toplumu uzun yıllar bu travmalarla yüzleşmekten kaçınmış bu olayları suskunlukla karşılamıştır. 1973 doğumlu Alejandro Zambra, darbenin içinde doğmuş ve Pinochet iktidarının boğuculuğuna daha ufak yaşlardan tanıklık etmek durumunda kalmış. Dolayısıyla Şili’nin bu karanlık dönemi, Zambra’nın hemen hemen anlatılarında karşılık buluyor.
Belgelerim’de yer alan bir çok öyküde Pinochet dönemine dair göndermelere rastlamak mümkün. Pinochet yalakası öğretmenler, politik görüşleri yüzünden sürgüne gönderilen muhalifler, sokak ortası atılan kahkahanın kamu düzenini bozması nedeniyle göz altına alınanlar gibi faşizmin insanların gündelik hayatına nasıl kabus gibi çöktüğüne tanık oluyoruz kitap boyunca. Bununla beraber, Zambra, Şili’de bütün bu olaylar olurken, Şili toplumunun bir tür ölüm sessizliğiyle geçmişle yüzleşememesini de eleştirmekte. Bu anlamda Uzak Mesafe öyküsünde yer alan şu cümle oldukça manalıdır: “Şili’ye has ve kuşku uyandırıcı sessizlik baş göstererek ortama hakim oldu.” Dolayısıyla kitap boyunca karşımıza çıkan öykülerde karakterlerin çoğu bu sessizlikten rahatsızlar, bunu kırmaya çalışıyorlar.
Bununla beraber kitapta öne çıkan bir başka tema ise hatırlama üzerine. Hatırlama, unutma, bellek meseleleri hemen hemen bütün öykülerin ortak derdi gibi gözüküyor. Karakterlerin birçoğu ya geçmişteki bir olayı naklediyor bizlere ya da geçmişi hatırlamaya çalışıyor. Hatta bu çabalarının bir tür direniş halini aldığını da söyleyebiliriz. Belgelerim öyküsündeki şu cümle mesela bu duruma iyi bir örnek olabilir: “Gece oldu, metinlerin sonunda hep gece olur. Yeniden okuyorum, cümleleri değiştiriyorum, isimleri belirliyorum. Daha iyi hatırlamaya çalışıyorum.” Onun karakterleri Barış Bıçakçı’nın şu sözünü hatırlatan bir ruh hali içinde: “Bu dünyada hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi.”
Özellikle insan hakları ihlallerinin fazla olduğu antidemokratik geçmişe sahip ülkelerde geçmişle yüzleşme, hakikati arama veya unutma edimi sık görülen bir olaydır. Dolayısıyla kitaptaki karakterler de geçmişle yüzleşme çabası içindeler, hakikatin, diktatörlük döneminde söylenememiş içlerinde kalmış sözcüklerinin peşindeler bir anlamda. Darbe geçmişini unutmamaya onunla yüzleşmeye çalışmaktadırlar. Zambra kitaplarındaki hakikat arayışını şöyle özetlemiş bir röportajında: “Bana kalırsa Eve Dönmenin Yolları ve Belgelerim kitaplarında yer alan hikayelerin hepsi, bir şekilde, bir tür topluluğa ait olma hakkında, bir çeşit “hakikati” paylaşmanın hikayeleri. Bence hakikati anlatmak zorunludur ve aynı zamanda imkansızdır. Bir mücadeledir, çünkü hakikat salt “bilgi”den fazlasını içerir. Şili’yi düşünürsem, hakikati anlatmaya alışık olmadığımızı söyleyebilirim. Örneğin son on yılı ele alırsak, nasıl yapacağımızı öğrenmekteyiz, yine de alınacak çok yolumuz var.”
Yarım kalan aşklar, ayrılıklar, boşanmalar
Melankoli ve hüzünlü aşklar Zambra’nın daha önceki romanlarından aşina olduğumuz bir durumdur. Yazarın, birbirlerine gece yatmadan önce roman okuyan Julio ve Emilia’nın hikayesini anlattığı kısa romanı Bonzai’de örneğin, daha kitabın başında Emilia’nun öldüğü haberini alarak -hatta bu haberi bizzat anlatıcıdan duyurarak- Zambra bizi hüzünlü bir dünyanın içerisine davet ediyordu. “Sonunda kız ölür ve oğlan yalnız kalır; gerçi oğlan kızın, Emilia’nın ölümünden birkaç yıl önce yalnız kalmıştı. Kızın adı Emilia ya da Emilia’ydı diyelim. Oğlanın adıysa Julio, Julio’ydu, hatta hala Julio. Julio ve Emilia. Sonunda Emilia ölüyor, Julio ise ölmüyor. Gerisi edebiyat.”
Belgelerim’de de benzer bir dünya içerisindeyiz. Aragon’un ünlü “mutlu aşk yoktur” sözünü hatırlatırcasına karakterler aşk mevzusunda bir türlü dikiş tutturamıyorlar. Kitap boyunca Avrupa’nın orta yerinde aşk için ağlayanlara, aldatmalara, boşanmanın eşiğine gelmiş çiftlere, kalbi kırıklara, “hüzünbaz sevişmelere” ve tedavisi zor yalnızlıklara tanıklık ediyoruz. Dünyanın En Şilili İnsanı (bence kitabın en iyi öykülerinden) öyküsü mesela kalbi kırık aşıklara iyi bir örnek teşkil ediyor. Bu öyküde Şili’den Belçika’ya giden sevgilisinin peşinden sürüklenen Rodrigo’nun hikayesini dinliyoruz. Rodrigo, Şili’de güzel bir birlikteliğe başladığı sevgilisiyle olan ilişkisini Belçika’da da devam ettireceğini umsa da işler beklediği gibi gitmiyor, Belçika’da yağmurun, kara bulutların terk etmediği bir yerde yapayalnız ve meteliksiz kalıyor, üstüne de bir aşk acısı.
Bir Bilgisayarın Kişisel Anıları’nda ise Zambra Max ve Claudia’nın gayet sıradan sayılabilecek aşk hikayesini anlatıyor bizlere. Hikayenin sıradanlığını kıran ise yazarın Max ve Claudia’nın aşklarının en mutlu anlarını, en hüzünlü anlarını evdeki bilgisayar üzerinden anlatması. Hüzünleri, sevinçleri, Facebook üzerinden flörtleşmelerini, e-postalar üzerinden yaptıkları kavgalarına, birbirlerine yazdıkları uzun anlamlı cümlelere hikaye boyunca bilgisayarın gözünden tanıklık ediyoruz. Zambra, bu öyküsünde Max ve Claudia üzerinden modern zamanlarda aşkın tarifin yapıyor bizlere bir anlamda.
Zambra’nın minimalist ve ironik bir anlatım tarzı var. Uzun anlatımlara yer vermiyor asla, oldukça kısa ve öz olarak anlatıyor hikayelerini. Karakterleri hakkında uzun uzadıya detay vermiyor, hatta onlara arada isim bile vermiyor. ‘Arjantinli’, ‘Şilli’ diye adlandırıyor. Bu anlamda klasik anlatı kalıplarıyla ve Güney Amerika edebiyatı geleneği olan büyülü gerçekçilikten bir hayli uzakta bir kalemi var. Bununla beraber hikayelerinde boşluklar, kesiklikler yapmayı da seviyor, bazı öykülerini nihayete erdirmeden tamamlıyor. Zambra kitap boyunca hikayesinin de bilinçli sapmalar yaparak bize bu okuduklarımızın birer öykü olduğunu hatırlatmayı ihmal etmiyor. Tıpkı kendisinin Bonzai’de belirttiği gibi “gerisi edebiyat”.
Zambra, son dönem Güney Amerika’dan çıkan en iyi yazarlar arasında gösteriliyor. Gerek farklı anlatım tarzı, gerek farklı hikaye kurgusuyla mutlaka okunması gereken yazarların başında geliyor. Zambra, ilk öykü Belgelerim’de fonda Simon&Garfunkel’in parçalarının çaldığı, melankolisi, hüznü ve ironisi bir an olsun eksilmeyen bir dünyaya davet ediyor bizleri. Özetle Belgelerim, hoş bir sonbahar esintisi tadında, son zamanların en iyilerinden, kesinlikle kaçırılmaması gerek.
Can Öktemer – edebiyathaber.net (29 Eylül 2016)