Kuşkusuz aşk hem yazılabilen hem de okunabilen bir şey. Böyle söylendiğinde aşkın insan kalabalıklarıyla ilgili olduğu bile düşünülebilir. İki kişiden fazlası demek istiyorum, bir aşk için iki özenden daha fazlası. Nasıl oluyor bu? Nasıl olmaz demek lazım aslında, nihayetinde aşk insanın herhangi bir şimdisine kadar geçirdiği sürecin sonucunda ortaya çıkar. Belki aşkı yaşayana öyle gelmez ama dışarıdan baka biri bunu mutlaka böyle değerlendirir. Biri, bir özne, bir yerine varmıştır hayat çizgisinin ve orada, hayat çizgisinin uzamaya/ilerlemeye devam ettiği yerde beklenmeyen bir şey gerçekleşir.
Bu beklenmeyen şeyin tarafları ve biçimleri mutlaka değişkendir. Sadece şu ya da sadece bu sevilemez; iş sevmekse, aşk bedenden önce sevmeye uğruyorsa sınırsızlık şaşırtıcı değildir. Olması gerekendir, olur. Fakat insan zaman zaman onun iyiye uzanmasını sağlayacak süreçleri kendi elleri ve birikimleriyle, inşa etmeye çalıştıkça yıkabilir. Sevmek çok güzeldir bu yüzden ama çok sevmek kuşkusuz, faşizmin biçimlerini hem çağırır hem de çağrıştırır. Üstelik bu kafanızın nasıl çalıştığıyla, eğitim durumunuzla ve dahasıyla da pek ilgili değildir. Kalın kalın kitaplar başka şeyler söyleseler de yaşamın pratiği başka gerçeklikler kurar.
Bu anlamda bakıldığında Dilek Görmez’in AŞK İÇİN ÖLMELİ’sindeki Zehra’sı önemli. Yazarın hayatın içinden çekip çıkardığı Zehra, roman boyu okurla kurduğu ilişkide kendini oldukça başarılı bir biçimde okura aktarabiliyor. Zehra’nın roman kahramanı olmak için zorlanması, abartılması, keskin hale getirilmesi gereken yanları yok. Gözleri herkes kadar açık, aklı herkes kadar çalışıyor ama bu onu zayıf bir roman karakteri yapmaktan çok, insanın çıplak gerçekliğine ekliyor. Zehra kendini sürekli bir şeylerin yanında ya da karşısında konumlamaya çalışıyor, olanlardan ziyade, belki de olmasını istediklerini yorumluyor düşünürken. Bu bir açından aslında bir incelik örüyor Zehra adına, Zehra’nın kırılganlığı varsa burada.
İnsan neyle tatmin olur, olabilir… Soru bu. Aşk ne zaman araç, ne zaman tutku, ne zaman saf ve tanımlanamaz olan? Katı kuralları olan bir iş yaşamında ayakta ve hayatta kalmanın, kalmak için çabalamanın insan doğasına yaptığı korkunç müdahale yalnızca duygularıyla oynamıyor insanın, yalnızca onları tanıyamaz hale gelmiyor insan. Akıl, söz konusu aşksa önce kendine saldırıyor, üstelik başkası için ve başkası adına. Düpedüz bir yabancılaşma. Zehra da roman boyu en çok bundan mustarip… Bir yandan dizginlerinden boşanıyor, öte yandan sıktıkça sıkıyor dizginlerini. Ona kalsa böyle olmasının mantıklı bir nedeni var, insanları doğru yerlere koymaya çalışması hayatında.
Roman boyu Zehra’ya eşlik eden önemli iki erkek var. Onları romanda tanımanız gerekiyor, her ikisi de Zehra’nın sınırları. Fakat bu sınırlar öyle ki, onun, Zehra’nın aslında hayatın hangi yakasına yerleşmeye çalıştığına dair bir esinleme sunuyorlar ona. Dolayısıyla aslında her ikisi de aynı oranda anlayışlı, aynı oranda anlayışsız. Bu aklınıza ezilen bir kadın hikâyesinin sığlığını getirmesin, Zehra da attığı her adımda genel geçer yargıların dışına atıyor adımlarını. Romanın finalindeki mesele bundan; o mesele de romanı okuduğunuzda çıkacak karşınıza.
Sonuç olarak AŞK İÇİN ÖLMELİ, tüm sıradan hikâyeler gibi sıradışı. Öyle ki bir yerden sonra aşk bir kavram olmaktan çıkıp bir insanın davranış biçimlerine sinen bir zehre dönüşüyor. Üstelik apaçık bir şekilde yapıyor bunu. Okur, kahraman için endişeleniyor, gözlerinin önünde olan bir şey varmış gibi.
Ne yaptığını bilen bir yazarı okumak her zaman keyifli değildir kendi adıma. Acemiliklerde ararım ustalığı. Fakat okumanızı dilediğim bu roman, bu yargımı kıran ender romanlar arasında yerini aldı.
Dilek Görmez, içine işleyen onca şeyle Zehra’yı içimize işliyor çünkü.
edebiyathaber.net (15 Ekim 2021)