Zeki Özcan: “Sislerin dağılması aynı zamanda dağılma sürecinin başlamadan önceki ilk ve başlangıç hâlini de çağrıştırır”

Mart 27, 2025

Zeki Özcan: “Sislerin dağılması aynı zamanda dağılma sürecinin başlamadan önceki ilk ve başlangıç hâlini de çağrıştırır”

Pascal Engel’in Sisler Dağılırken – Analitik Felsefeye Giriş adlı kitabı Albaraka Yayınları tarafından Zeki Özcan çevirisiyle yayımlandı. Sisler Dağılırken’i kitabın çevirmeni Zeki Özcan’la konuştuk.

Söyleşi: Deniz Demirdağ Temel

Zeki Bey merhaba, öncelikle okuyucularımızın sizi daha yakından tanıyabilmeleri için yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz?

Bursa Uludağ Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştım. 2019 yılında emekli oldum. 1996 yılında doçent 2002 Yılında profesör oldum. 2019 yılında emekliye ayrıldım.  İlk kitabım Dokuzluklar’dan Seçmeler aldı çeviriydi. İlk telif kitabım Teolojik Hermenötik idi. Otuz civarında telif ve çeviri kitabım vardır. 2020 yılında Türk Felsefe Derneği’nin verdiği “Felsefeye Hizmet Ödülü”nü aldım. Otuz kadar telif ve çeviri kitabım vardır. Hâlâ üçü üzerinde yoğun çalıştığım altı kitaplık bir projem var.

Kitabın başlığındaki “Sisler Dağılırken” ifadesi, analitik felsefenin hangi yönünü temsil ediyor?

“Sisler Dağılırken” ifadesi analitik felsefenin önyargılardan uzak, gerçek hâliyle tanınması sürecinin tamamlanmak üzere olduğunu anlatmak için kullanılmıştır. Sislerin dağılması aynı zamanda dağılma sürecinin başlamadan önceki ilk ve başlangıç hâlini de çağrıştırır. Konuya bu açıdan baktığımızda analitik felsefe, felsefe tarihinin en talihsiz başlangıcı olan akımıdır. Frege Almanya’da üniversitede analitik felsefeyi okuturken dersine sadece iki öğrenci katılıyordu: Carnap ve emekli bir general. Oysa aynı üniversitenin diğer sınıflarında ya da amfilerinde pek çok Öğrenci vardı. Bugün ülkemizde olduğu gibi internetten izlediğim kadarıyla Afrika ülkeleri dahil dünyanın pek çok ülkesinde analitik felsefe gittikçe tanınmaktadır. “Sisler dağılırken” işte bir hocalı bir gerçek öğrencili bir çekirdek akıma pek çok ülkede ilgi duyulmasının felsefi yurttaşlığı elde etmesinin hikâyesini anlatır. Bu metafor Almanca birkaç makalelik literatürden dünyanın pek çok dilinde sayısız kimileri klasik kitap ve makaleden oluşan bir Literatürün ortaya çıkışının da anlatımıdır.

Kitapta analitik felsefenin tarihsel gelişimini ele alınıyor. Bu bağlamda, analitik felsefenin en önemli kırılma anları nelerdir?

Analitik felsefe Frege’yle birlikte anlamlı önermelerin mantıksal analizi olarak ortaya çıktı. Bu her şeyden önce dil anlam bağlam ve referans gibi kavramların tanımlanmasını gerekli kıldı. Bunlara çekirdek kavramlar dersek dil felsefesi çekirdek kavramlar çerçevesinde yapıldı. Daha sonra Russell Moore ve Wittgenstein gibi filozoflar Frege’nin toprağa attığı tohumu yeni kavramlarla ve öğretilerle geliştirdiler. Russell’ın mantıksal atomculuğu belirli betimler doktrini Moore’un analiz tarzı Mantıkçı analitik felsefeyi geliştirdi. Bu dönemle iki bin yıllık Aristoteles’in klasik önermeler mantığı büyük ölçüde terk edildi, daha fonksiyonel zengin modern mantık kabul edildi. 1920’lerde Mantıkçı analitik felsefe Wittgenstein’ın Tractatus Logico-Philosophicusadlı kitabıyla deyim yerindeyse ulaşacağı en yüksek noktaya ulaştı.

Analitik felsefede ilk kırılmaTractatas’taki görüşlerini terk edip 1929’dan sonra gündelik dil felsefesi yapmaya başlamasıdır. Gündelik dil felsefesi “Dil” felsefesinde önemli bir kırılma noktasıdır. Bu dönemde dil anlayışında önemli bir değişiklik olmuştur. Daha önce dilin fonksiyonu empirik- betimsel önermeleri ifa etmekteydi. Gündelik dil kusurlu ve yetersiz olduğu gerekçesiyle dikkate alınmadı. Sembolik dil felsefenin dili kabul edildi, felsefenin görevinin semboller arası ilişkilerden hareketle oluşturulan mantıksal sentaksa dayanarak olgu önermeleri analiz edildi. Wittgenstein’ın ikinci dönemiyle şu fark edildi daha doğrusu keşfedildi: Dilin fonksiyonu betimle sınırlı değildir. Dille pek çok şey yapılır, emirler verilir, yasaklar konur, teşvikler yapılır, bilmeceler sorulur, dualar edilir vs. O nedenle felsefe sadece betimle yetinmemeli, çeşitli hayat biçimlerimizi ifadeye yarayan sayılamayacak kadar çok alandaki ifadelerimizi analiz etmelidir. Daha doğrusu gramere ve kullanıma uygunluğunu belirlemelidir. Kısacası dilin kullanımı sınırlanamaz, her bir kullanım bir dil oyunudur. Bir kelime farklı bağlamlarda farklı anlamlara gelir. Wittgenstein’ın ait oyunları iki bin beş yüz yıllık felsefe tarihinde en büyük keşiftir.

Analitik felsefede bir başka kırılma noktası da Austin’in söz edimleridir. Austin dilin bir etkinlik olduğunu her konuşmanın dış dünyada bir değişiklik meydana getirdiğini keşfetti. Buna göre her konuşma muhatapta bir etki yaratır, bir emir, bir yasak bir vaat bir yargı sözcesi dinleyeni belli bir tutum takınmaya zorlar. Dilin fonksiyonu bir şey söyleyerek bir şey yaptırmaktır. Buna dilin performatif özelliği denir. Dil betim için icat edilmemiştir. İlk bakışta bir şey betimliyor gibi görünen sözceler de gerçekte dinleyende zihinsel bir tutum yaratır.

Austin’in bütün sözceler “Söz” edimidir, performatiftir ilkesi mantıkçı paradigmanın terk edilmesidir. Bu dil anlayışı özellikle mantıkçı pozitivizmin en ciddi eleştirisidir ondan da öte bütün mantıkçı doktrinlerin imkânsızlığının ilanıdır.

Analitik felsefede son ve nihai kırılma “Kıta” felsefesinin konularına ilgi duymasıdır. Ontoloji, epistemoloji, etik, siyaset politika ve din gibi konular Austin sonrasında analitik felsefeye dahil edildi. Kıta filozoflarından farklı olsa da analitik tarzda ele alınsa da klasik felsefe konuları ve problemleri felsefenin konusu oldu. Daha da önemlisi bu konularda teoriler üretilmeye başlandı. Bugün analitik felsefe klasik felsefenin bütün konularını yeniden ve farklı bir yöntemle doğruluk koşulları ve mantıksal tutarlılık açısından ele alma yönteminin adıdır. Dil felsefesi başlangıçta felsefenin tümü idam bugün analitik felsefenin sınırlı bir bölümü oldu.

Kitapta anlam, doğruluk ve bilgi gibi kavramlar ele alınıyor. Sizce bu kavramlar felsefi düşünce açısından neden bu kadar merkezi?

Metafizik baştan beri kavramların üretilmesi ve temellendirilmesi olarak yapıldı. Metafizik bilgi de kavramlar arası ilişkinin kurulması diye anlaşıldı. Olgulardan hareket etse de olguyla bağını kesti ve filozofların derin düşünme diye niteledikleri bir bakış oldu. Her filozof ayrı bir görme ve duyarlık olduğundan dünyaya ve olgulara bakışları sübjektif ve indirgeyiciydi, doğal empirik ve bilimsel gözlemlerle desteklemiyordu. Oysa dil filozofları Frege’den itibaren bilgiyi hem gündelik deneyimin hem be bilimsel deneyimin ortak özelliklerinden hareketle yeniden tanımladılar daha doğrusu bu özellikleri anlamlı önermelerin koşulları yaptılar ve bu koşullara doğruluk koşulları dediler. Doğruluk koşulları bir önermenin anlamlı olması için bir olgu durumunu ifade edebilmesi için bulunması gereken koşullardır. Eğer bir önerme doğruluk koşullarını taşımıyorsa anlamlı değildir. Örneğin “ Erik ağaçları çiçek açtı.” önermesini alalım. Bu önermenin doğruluk koşulu erik ağaçlarının çiçek açmasıdır. Eğer erik ağaçlarının çiçek açtıklarını görmüşsek bu önerme doğruluk koşulunu taşır ve anlamlıdır. Anlamlı olduğu için de olguya yani erik ağacının durumuna ilişkin bilgi verir. Eğer erik ağaçları çiçek açmamışsa doğruluk koşulu yoktur ve anlamsızdır yat olguya dair bilgi vermez.

Doğruluk koşulları önermeyi spekülasyon, soyut ve içeriksiz olmaktan kurtarır ampirik somut ve nüfuz edilebilir bir içeriğe kavuşturur. Sonuçta ampirik içeriği uylaşımsal olduğu için anlamlıdır ve anlamı da mantıksal olarak analiz edilebilir. Kısaca söylersek doğruluk koşulları dünyada ne olup bittiğini spekülasyona ve teoriye başvurmadan anlamayı sağlayan koşullardır.

Sorunuzun ikinci kısmı olan “bilgi”ye gelince şunlar denebilir: Analitik felsefeye göre metafizik bizi dünyadan çıkarıp metafizikçi filozofun zihnine gitmeye, oradaki kavramlar arasında yaşamaya teşvik eder. Oysa biz gerçekte filozofun zihninde değil dünyada ve dünyadaki nesneler arasında yaşarız. Bu dünyayı ve nesneleri kavramlara değil doğrudan deneyimleyebiliriz. Deneyimin sonucu ise bilgidir. Bu yüzden analitikçi filozoflar deneyim bilgisini; hayatın olmazsa olmaz koşulu olduğu için dili kullanmanın amacı, anlamlı önermenin koşulu saymışlardır.

Analitik Felsefeye Giriş: Sisler Dağılırken kitabını çevirirken en büyük zorluk ne oldu? Analitik felsefenin teknik dili çeviriye nasıl yansıdı?

Bu kitabı ve yazarın diğer bazı kitaplarını daha önceden okumuştum. Çok yararlanmıştım. Bu kitabın çevirisinin gerekli ve yararlı olduğunu düşündüğümden ve Einstein’ın atomu parçalamak kadar zor önyargıları biraz da olsa azaltabileceğine inandığımdan bu metni çevirmeye karar verdim. Görüldüğü gibi kitap aynı kültürü ve uygarlığı paylaşan felsefe konusundaki tutumları taban tabana zıt iki konuşmacının deyim yerindeyse iki gladyatörün arenada bütün güçlerini ve mücadele hünerlerini ortaya koymasına benzer tartışmalarından oluşmaktadır. Bu tartışmalarda tartışmacılar tezlerini savunmak ya da ifade etmek için yoğun biçimde bilim, sanat, politika, edebiyat, din başta olmak üzere kültürlerinin ve uygarlıklarının verilerine, birikimlerine değerlerine açık referanslara değil imalarda bulunmaktadırlar. Bu yüzden özel ve bağlamla sınırlı bu imaları bilmeden kitabı okuyucunun anlayacağı şekilde çevirmek mümkün değildir. Yazara bu kitabını çevirmeye karar verdiğimi söylediğimde verdiği cevapta şunu söylemişti. Bu kitabı ortalama bir Fransız’ın bile anlaması zordur. Sorunuzdaki çeviri sırasında karşılaştığım güçlüğü yazarın bu ifadesi oldukça iyi anlatır sanırım. Yazar sözünü ettiğim mesajında karşılaştığım güçlükleri yazdığım takdirde yardımcı olacağını da bildirdi.

İmalar problemi konuşmacıların neyi ima ettikleri konusu beni oldukça zorladı. Ancak çok zamanımı alsa da birkaçı dışında neden göz edildiğini internetten buldum ve açıklayıcı dipnot olarak verdim. Orada bulamadıklarımı yazardan sorup öğrendim ve dipnota kaydettim. Felsefenin teknik dilinin çeviriye yansımasına gelince benim en çok hassasiyet gösterdiğim konulardan biri yazıda olduğu gibi çeviride de doğru terminolojinin kullanılmasıdır. Çevirdiğini önce iyi anlamak sonra da iyi anlatmak için çevirmen terminolojiye hakim olmalıdır. Bunun için de kitabın konusu olan alanı bilmelidir. Ben bu kitabı çevirmeden önce dil felsefesi konusunda yedi cilt kitap yazdığım için alanı dolayısıyla terminolojiyi, terminoloji alternatiflerini de metni anlayacak ve anlatacak kadar biliyordum. O nedenle bu konuda bir zorluk çekmedim.

Analitik felsefenin teknik terminolojisini Türkçeye çevirirken ne tür stratejiler kullandınız? Kitabın yazarı Pascal Engel’in üslubunu koruyabilmek adına nasıl bir çeviri yaklaşımı benimsediniz?

Çeviriyi yaparken Fransız Jules Tricot’nun Aristoteles’in kitaplarını çevirirken izlediği stratejiyi izledim, çevirinin bir aktarım değil de akademik çeviri olmasını istedim. Tricot Aristoteles metinlerini açıklamalarla karşılaştırmalarla değerlendirmelerle referanslara işaretlerle üç katına kadar hacimle çevirir. Bu çeviriyi okuyan ister normal isterse bir felsefe profesörü olsun son derece teknik ve karmaşık bir metin olan çeviriyi kolayca anlayabilir. Ben bu tür çeviriye akademik çeviri diyorum. Akademik çeviri, metni ek bir kaynağa başvurmadan okuyucuya metni o an tükettiren çeviridir. Ben de bu kitabı akademik çeviri olmasını düşünerek çevirdim. Okuyucuların felsefi birikimlerinin farklı olabileceği prototip okuyucu olmayacağı gerçeğinden hareketle olabildiğince her seviyeden okuyucuyu dikkate aldım. Yararlı olacağını düşündüğüm dipnotlarla onları aydınlatmak istedim. Terminoloji ve doktrinler söz konusu okluğunda dipnotlarda kısa açıklamalarla yetinmedim. Ayrıntı ihtiyacı duyan okuyucunun bu arzusunu karşılamak için ayrıntılı bilgi verdim ancak çevirmedim. Okuyucunun bildiği bir metaforun farklı bir dilde nasıl ifade edildiğini görebilmesi için metaforları çevirmedim dipnotlarda Türkçedeki karşılığını gösterdim. Bütün bunlar doğal olarak kitabın hacminin az veya çok artışına yol açtı. Kitabın analitik felsefenin anlaşılması için önemli olması beni çok uğraştırsa da okuyucunun bu zahmete girmeye layık olduğunu düşünüyorum.

Analitik felsefe metinleri çok teknik metinlerdir bu özellikleriyle bilimsel metinlere biraz benzer. İfadeler oldukça standarttır, kişisel üslup metnin tümünde değil de kritik konularda ortaya çıkar. Yazarın üslubunun söz konusu olduğu yerlerde sadece anlamı aktarmakla yetinmedim. Yazarın uyandırmak istediği etkiyi düşünerek bu etkiyi uyandıracak en uygun ifadeyi kullandım.

Türkiye’de analitik felsefeye ilgi duyulması konusunda ne düşünüyorsunuz? Sizce Türk akademisinde bu alanda nasıl bir gelişim süreci var?

Türkiye’de analitik felsefe ilgi gittikçe artmaktadır. Özellikle genç ve orta kuşak akademisyenler analitik felsefeye merak duymakta okumakta ve araştırmaktadır. İstanbul’da ve Ankara’da önemli iki üniversitenin felsefe bölümlerinde analitik felsefe ağırlıklı olarak okutulmaktadır. Anadolu’daki diğer üniversitelerde genç araştırmacılar analitik felsefeye dair tezler yapmakta ve hakemli dergilerde makaleler yayınlamaktadır. Öte yandan felsefe bölümlerinde ve hatta ilahiyat fakültelerinde seçmeli de olsa Dil felsefesi okutulmaktadır. Ben aktif görevdeyken bizzat bu dersi okuttum. Oldukça da ilgi gördü.

Analitik felsefenin klasiklerinin kurucu metinlerinin çevirileri çoğaldıkça bu alandaki yayınların sayısı arttıkça bileşik kaplar misali analitik felsefe de daha çok ilgi görmektedir. Çünkü analitik felsefe doğamızda varolan veya doğamıza uygun kesinlik ve uylaşımsallık ihtiyacımızı karşılar. Analitik felsefe ilginin son on yılda hızla arttığını kendi dil felsefesi kitaplarıma duyulan teveccühten tecrübeyle görüyorum. Özetle bu ivmenin daha da hızlanacağını söylemek kehanet değildir diye düşünüyorum.

Günümüz dünyasında felsefi düşüncenin pratik yaşamdaki rolünü nasıl görüyorsunuz?

Metafizik felsefe Antik dünyadan beri pratik hayata ilgi duymadı hep teorik kaldı. Teori zihindeki kavramlarla varlığı insanı doğayı açıklamak diye kabul edildi. Bu kelimenin kökeninde temaşa olgusu vardır. Eski Yunanda bir sitenin düzenlediği olimpiyat şölenlerini komşu siteden gelen konukların tribünlerde izlemesine “teoria” denir. Felsefedeki theoria da buradan gelir. Filozof zihnindeki kavramları temaşa ettiği yani tünellerle ilgilendiği için pratik hayatın tikel olgularına ve durumlarının ilgi duymadılar. Onlara göre tümel yani kavram tikellerin en genel biçimidir ve bilinmesi gereken de budur. Bu, bir özcülüktü.

Oysa Frege’yle birlikte felsefe pratik hayattaki anlamlı önermelerle ilgilense de tümüyle mantıksal analize dayandığı için pratik hayatın işleyişine bir katkı yapmadı. Fakat Çağdaş felsefede Wittgenstein’la başlayan gündelik dil felsefesi tümüyle gündelik dilde konuştuğumuz ifadelerdeki hataları gidermeye Onun ifadesiyle dil hastalıklarını iyileştirmeyi önerdi. Ona göre dilimizi doğru kullandığımızla felsefi problemler ortaya çıkmaz. Dilin fonksiyonu pratik ihtiyaçlarımızı karşılamaktır. Hayatımızı gündelik dil sayesinde sürdürebiliriz. Dilimiz nefes aldığımız bir kuvöz gibidir. Kısaca dil hayat biçimlerimizin yaşanmasını sağlar. Öte yandan gündelik dil felsefesinin bir başka filozofu Austin de tıpkı Wittgenstein gibi dilin pratik kullanımını temel alır.

Dil felsefesi ister mantıkçı ister gündelik dil felsefesi olsun bunların ikisi de monolojiktir, sadece konuşanın sözcelerini analiz ederler. Ancak dilin temel fonksiyonu iletişimdir, bir önerme ya da sözce diyalog ortamında söylenir. Muhatapsız hitap yoktur. Muhatabın yokluğu dil felsefelerinin bir pratik yararını sınırlı hale getirir. Dil felsefelerini bu noktada tamamlamak için diyalojik denen ve ülkemizle hemen hemen hiç, bilinmeyen bir yaklaşım daha vardır. Diyalojiğe göre konuşmak bir konuda uzun veya kısa diyalog sürecidir. Dili analiz sadece tek bir önermeyi veya sözceyi değil, diyalogun bütününü dikkate almalıdır. Diyalogda ifadeler çok varyasyonludur. Bu nedenle diyalogun her aşaması analiz edilmelidir. Diyalojik yönteme pragmatik de denir. Görüldüğü gibi dil felsefelerinin tamamlayıcısı olan pragmatik uygulama ihtiyacının tümünü karşılar.

Türkiye’de felsefi çeviri konusunda en büyük eksiklikler sizce nelerdir?

Bana göre çevirinin temel problemleri başlıca şunlardır:

  1. Çevrilen metinle ilgili problemler: Çevrilmesi düşünülen metnin öncelikle ya belli bir alanın tarihsel ya da aktüel klasiği olması ya da bir konuda önemli ve yeni bir bilgi vermesi gerekir. Oysa bu özellikleri taşıyan çevirilerin az sayıda olduklarını düşünüyorum.
  2. Çeviri tekniği açısından: Kimi metinlerde çeviren çevirdiği alana dair terminolojiye hakim olmadığı bunun da farkında olmadığı veya bunu önemsemediği için çok ciddi terminoloji hataları vardır.
  3. Çeviri gramere ve sözlük yardımıyla bire bir aktarım değildir. Metni farklı tarihsel sosyo kültürel koşullardan kurtararak günümüz okuyucusunun dünyasına sunmaktır. Bu olmadığı takdirde çeviri anlaşılmaz bir metin olmaktadır. Grekçe’den yapılan felsefe çevirileri söz konusu olduğunda açıklayıcı dipnotlar ya hiç ya da yeterli olmadığından bunları anlamak zordur. Çeviriyi anlaşılır kılmak için metne dair bir arka plan bilgisine dayanarak açıklayıcı dipnotlarla açıklık getirmekle olur. Ben bütün çevirilerimde bu nedenle önemli miktarda dipnot açıklaması veririm, Sisler Dağılırken: Analitik Felsefeye Giriş bunun kanıtıdır.
  4. Edebî eserlerin çevirileri söz konusu olduğunda kimi çevirmenler kendini olabildiğince özgür hissetmektedir. Metni okuyucunun anladığı bir formda sunarken metni anlayıp anladığı gibi âdeta yeniden yazarcasına çevirmektedir. Oysa her edebî metin bir üsluptur ve stildir. Çevirmenin üslubu ve stili de korumaya çalışması bunun için de metne bağlı kalması gerekir. Metni yeniden yazılmış dedirtecek kadar bypass etmek doğru değildir.

Analitik felsefenin Türkiye’de yaygınlaşması için çeviri çalışmalarının nasıl bir rolü olduğunu düşünüyorsunuz?

Bütün uygarlık ve kültür değişmelerinde çevirilerin önemli bir yeri vardır. Bütün entelektüel dönüşümler bilinmeyen yeni, kültürü ve uygarlığı geliştirici çevirilerle başlamıştır. Analitik felsefe de bunun dışında değildir. Bilinmeyen yok hükmündedir. Oysa bilinen üzerinde konuşulur, tartışılır içselleştirilir veya içselleştirilmez. Analitik felsefe de böyle olmuştur. Ülkemizde 1980’li yıllara kadar analitik felsefe hiç bilinmiyordu. Ama bu dönemden sonra bu felsefenin klasik ve kurucu metinleri çevrilmeye başlandı. Bu çeviriler sayesinde analitik felsefe git gide tanınmaya ve araştırılmaya başlandı. Dünyadaki analitik felsefe literatürünü dikkate aldığımızda henüz çevrilmeyen önemli klasik metinlerin olduğu da gerçektir. Bu klasikler çevrildikçe analitik felsefe daha iyi tanınacaktır. Bu da felsefe dünyamıza bir zenginlik katacaktır. Kısaca analitik felsefenin gerçek şekliyle tanınması için kurucu metinlerin çevrilmesi çok yararlı olacaktır.

Kitabın Türkçeye kazandırılmasının, özellikle felsefe öğrencileri ve akademisyenler için nasıl bir katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?

Analitik Felsefeye Giriş: Sisler Dağılırken adlı kitabın çevirisinin felsefeyle ilgilenenler ve araştırmacılar için yararlı olacağını düşünüyorum. Çünkü, Sisler Dağılırkenalt başlığının çağrıştırdığı gibi öncelikle okuyucu açısından analitik felsefe hakkındaki bilgisizlikleri, önyargıları ve yanlış anlamaları ortadan kaldırmaktadır. Pek çok neden bağlı olarak gerek Batıda gerekse ülkemizde gerçek hâliyle ve tıpkı Kıta Avrupası felsefesi gibi felsefe olarak tanınma problemi vardır. Analitik felsefenin tanınma problemi doğuşunda vardı. Bu kitap uzun süre Kıta Avrupası felsefesinin gölgesinde kalan artık rüştünü ispat ettiğinin açık bir kanıtıdır. Kitabın bence en önemli özelliği Kıta Avrupası felsefesiyle analitik felsefe temsilcilerinin 1994 yılında Hong Kong’da ilk defa bir hafta boyunca yoğun biçimde tartışmalardan oluşmasıdır. Okuyucu kitapta her iki felsefeyi karşılaştırma imkânı bulacaktır. Kısaca söylersem bu kitapta analitik felsefe, felsefe podyumuna çıkmıştır; okuyucu (izleyici) onu kendi gözleriyle yakından görecektir.

Felsefi metinlerin çevirisinde en çok dikkat edilmesi gereken şey sizce nedir?

Her metnin çevirisinde olduğu gibi felsefi metinlerin çevirinde öncelikle okunabilirlik kat sayısının en yüksek derecede olması gerekir. Felsefe olarak soyut, çok sıkı bağlantıları ve kanıtlamaları içeren hatta okuyucuyu bildikleriyle karşı karşıya getiren tartışmaları ve açıklamaları içerir. Bu nedenle bir felsefe kitabının okunması sabır gerektirir. Hatta bazen birkaç defa okunmayı gerektirir. O nedenle okuyucuya ek anlama zorluğu çıkarmamak için çevirmenlerin terminolojiye hakim olmaları, akıcı bir dil kullanmaları gündelik hayatta kullanılan kelimeleri kullanmaya özen göstermeleri, gerektiğinde uzun cümleleri bölmeleri olabildiğince en kısa ifadeleri tercih etmeleri, özel teknik terimler varsa onları dipnotlarda açıklamaları gerekir.

edebiyathaber.net (27 Mart 2025)

Yorum yapın