Kar ve İnci’de, ana karakterine çoklu benlik çerçevesinden bakan Nihan Kaya, metnini yaşamın temel soruları üzerinde şekillendiriyor.
Gece, Nehir, Deniz, Ateş, Kar, İnci… bütün bu isimler, sıfatlar bir benliği ne kadar kapsar, onu ne kadar ifade edebilir? Nihan Kaya, Kar ve İnci’de, ana karakterine çoklu benlik çerçevesinden bakıyor. Dolayısıyla okuyucunun karşısına bir karakterin parçalara bölünmüş ya da o parçaların bir araya gelmesiyle bir bütünlük oluşturan dünyasını çıkarıyor. Zira bir yaşamın öznesi olan hiçbir benlik tek bir boyuttan, tek bir çizgiden, tek bir renkten… oluşmuyor.
Ben anlatımla üçüncü kişi anlatımının iç içe geçtiği, aynı an’da bir çok an’ın kendini göstererek, kişiyi bilmecemsi yollarda dolaştıran bir roman Kar ve İnci. Zaman zaman Kafka, zaman zaman Proust izleklerini çağrıştırarak; yabancılaşmanın, hiçleşmenin, bağlanmanın, inanmanın… sınırlarında geziniyor daha çok. Ama bütün bunlardan yazarın karşımıza fırtınalı bir kişilik çıkarttığı sanılmasın. Aksine, son derece uysal, tepkilerinde çekingen yumuşak bir karakterle tanışıyoruz metinde. Ama olaylar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Zira metin asıl şekillenmesi gerilim noktaları üzerinden gerçekleştiriyor.
Kar, Gece, Nehir, Ateş. İnci… birbirleriyle konuşur gibi, birbirlerinin önünü kesmeden sıraları geldikçe gösteriyorlar kendilerini okuyucuya. Dolayısıyla metinde ana karakterin hikayesinin devamı diğeri olmadan eksik kalıyor. Böylelikle bir bütünlük çabasının, arayışının takip ettiği yolu izlemek gerekiyor. Kaya, çoklu sıfatlarla isimlendirdiği karakterini, ustalıklı bir şekilde -onun bütünlüğünü bozmadan- parçalara ayırıyor. Tabii biz bunları parça olarak görmüyoruz. Hepsi bir kişinin gerçekle kurduğu dünyasının bütünlüğüne işaret ediyor. Hepsi acıyla, hüzünle yarıda kesilmiş hayatlarına bakarak ruhlarında açılan boşlukları tamir etmeye çalışırken, zaman zaman o boşluklarda kayboluyorlar.
Beyaz karanlığı gizler…
Elbette ki Kaya çoklu isimleri karakterine boşuna vermiyor. Kar’da da, Gece’de de, Nehir’de de, Ateş’te de… birbirleriyle içe içe geçen, özdeş özellikler bulunuyor. Hatta denilebilir ki, her sıfat karakterin ruh haliyle bir bütünlük oluşturuyor. “Vücudu beyaz sargılarla kaplıydı. Bu, çok mahzun olduğu içindi aslında. Kayalıklara çarptığında çok darbe almıştı tabii. Ama yine de, vücudundaki yaraların çoğu ruhsal açıdan acı çekiyor olmasından kaynaklanıyordu…”
Tüm hissetme biçimlerinin karanlıkla, suyla, ateşle, karla bir benzerlikleri bulunuyor. Bunu Kaya’nın okuyucularına yaptığı bir sürpriz olarak da görebiliriz. Zira şiirsel imgelerle -acıtıcı-gerçeklerin bir kombinasyonu söz konusu. Örneğin, aynı bedende vücut bulan, Gece, Nehir, Kar, İnci… küçük bir kız çocuğu olarak bize göründüğünde; kardan, inciden, beyazdan oluşan bir masumiyet metaforunun da içine dalıyoruz. Peki, masumiyetle beyaz arasında nasıl bir ilişki bulunuyor? Aynı soruyu siyah için de sorabiliriz. Bu ilişkilerin tümüyle zıddını işaret ettiğini söylemeye gerek var mı(?) Hiç bir şey göründüğü gibi değildir aslında. Tam da burada, felsefi bir çerçeve çiziyor yazar. Zira insan benliğinin buna fazlasıyla ihtiyacı bulunuyor.
Naifliğin, kırılganlığın, masumiyetin, iyi niyetli… olmanın tehlikeli bir şey olduğunu bir kez daha öğrendiğimizi hatırlatmakta yarar var. Zaten Nehir, Ateş, Kar, İnci… de bu tehlikeyi deneyimledikçe sarsılacak, yitirdikleri karşısında içine kapanacaktır. Öte yandan, saldırgan, nobran, acımasız… dünyaya karşı nasıl karşı durulacağını anlatan bir ses de zaman zaman araya girecektir: “Mesela… mesela ata bindin mi hiç? İnsan ne zaman iyi binici olduğunu anlar biliyor musun? At bacaklarının arasından hakimiyetin altındadır, onu bacaklarınla sarar, istediğin gibi yönlendirirsin; ama at hemen hissedemez bunu. Ata bindiğinde at seni taşıdığını zanneder. O sezdirmeden, dostça, usulca efendisi olursun onun. Zıtlaşarak efendi olunmaz, zorba olunur. Atın ne hissettiğini hissetmezsen, onun ne istedğini kale almazsan iyi bir binici olamazsın. Her konuda böyle değil midir?”
Tüm çıkmazların, olumsuzlukların, acıların… gelip dayandığı bir yer vardır. Kişinin benliğini ne şekilde yapılandırdığı çok önemlidir. Yoksa bütün mesele, bizim hayatla kurduğumuz ilişki biçiminde mi düğümlenmektedir?
Aysel Sağır – edebiyathaber.net (22 Eylül 2016)