İçinde yaşadığımız ve adına hız çağı dediğimiz bu dönemde, her şeyin biraz daha fazlasına sahip olabilmek ve her an her yerde olabilmek adına yaşayıp gidiyoruz işte. Tüm bu amaçlar uğruna sanki biraz daha yalnızlaşmış gibiyiz. Bazen durup düşünüyorum, ne denli kalabalıkmışız geçmişte, diye. Oysa bugüne bakınca etrafımda koca bir boşluk görüyorum. Bu tabi bende fiziksel olarak böyle. Yoksa haddinden fazla kalabalık bir yaşamım var. Biraz da tercih denilebilir bendeki bu duruma. Fakat tercih nedeni olmayıp da bu şekilde yalnız yaşayanlar da var. Kim bunlar? Z kuşağı! Evet, böyle adlandırılan bir kuşak var. 2000 yılı ve sonrasında doğanlar bu şekilde adlandırılıyorlar. Milenyum çocuklarının bir de bu adları varmış. Bu kuşağın mensuplarının özellikleri ise; internet ve mobil teknolojileri kullanmayı sevmeleriymiş. Doğal olarak sosyalleşmeleri de bu şekilde oluyormuş. –miş’li –muş’lu anlatıyorum çünkü böyle bir kuşağın var olduğundan haberdar değildim. Daha doğrusu Z kuşağı olarak adlandırıldıklarını bilmiyordum. Sadece Z kuşağı değil, x ve y kuşağı da varmış fakat onlar şu anda konumuz değiller. Z kuşağından haberdar olmamı sağlayansa Neslihan Acu’nun ON8 Kitap tarafından yayımlanan “Z Yalnızlığı” adlı kitabı.
Kitap, adına da yansıdığı şekilde ergen yalnızlığını anlatan bir kitap. Sadece yalnızlığını da değil, o dönemle ilgili tüm ruhsal dalgalanmaları işliyor. Bir ölüm sahnesiyle başlıyor Z Yalnızlığı. Okurunun yüzüne tokat gibi patlıyor adeta. Sonrasında, yakın arkadaşı Zeynep’in intihar etmesiyle Serap’ın yaşadıkları üzerinden ilerliyor kitap. Serap, bir Z kuşağı fakat bu kuşağa ait olmaktan çok da hoşnut değil. Gerçek bir dünya ile çok daha ilgili ve o gerçek dünyanın özlemini duyuyor. En büyük eksikliği ise sevgi! Anne ve babasından göremediği sevgi… Ne okul arkadaşları ne de ailesiyle aidiyet bağı kuramıyor. Düşle gerçek arasında bir başka gezegende yaşıyor gibi. Fırtınalar koparmak isterken sessiz, varlığını hissettirmek isterken görünmez, sevilmek isterken hırçın olabiliyor. Zeynep’in intiharı ise neredeyse tutunacağı tek dalı da ortadan kaldırıyor. Zeynep ise sistemin harcadığı nicelerinden sadece biri. Serap hayalet olarak söz etse de ondan o bir gerçek. Hatta en gerçek. Görülmek istenmeyen, görülse de kısa sürede unutulan, sonrasında yeni Zeyneplerle karşılaştığımızda belki anımsanan belki de hiç anımsanmayan bir gerçek.
Kitabı, yazarın anlatımının ve kurgusunun yanı sıra sosyal açıdan da oldukça başarılı buldum. Seslendiği yaş grubunu göz önüne alınca, sorma sorgulama konusunda bir dürtüde sağlayabilir. Kuşağın genetik özelliklerinden olarak görülen teknolojik aletlere olan sevgiye ve düşkünlüğe ve bununla birlikte sosyal medyaya da olan ilgiden bir miktar uzaklaştırıp sorular sordurabilir. Kitapta kendisini okuyup da “işte ben de tam böyleyim” diyecek çok sayıda insanın var olabileceğini düşünüyorum. Bu da demek oluyor ki yazar, yaş grubunu çok iyi bir şekilde incelemiş ve tüm psikolojik özelliklerini yansıtmış romanında.
Yazar sadece yalnızlığı ve diğer buhranları ele almamış kitapta. Sistemle ilgili söylemek istediklerini de satır aralarına çok başarılı bir şekilde yerleştirmiş. “Anlamadığım şuydu: Dünya bu kadar korkunç bir yerken, insanlar nasıl oluyor da her şey normalmiş gibi yaşamaya devam ediyorlardı? (s. 222)”
Normalmiş gibi devam etmemek için sanırım okumalıyız. Hem de daha fazlasını. Çünkü inanıyorum ki okuyan bir toplum aydın bir toplum olur, olacaktır. Kitap okuyan toplumlar ilkbaharı yaşarlar her daim. Ve bilinir ki; aynı zamanda yazarın da son sözüdür kitapta, “İlkbahar buradaysa, sıcak yaz günleri de gelmek üzeredir.”
Yaşanılan gerçekler mi yoksa Z’lerin dünyası mı daha iyi onu da düşünmekteyim açıkçası!
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (7 Kasım 2016)