Zweig’den “Montaigne”* biyografisi ve kendini bilmenin tarihçesi | Erdinç Akkoyunlu

Mart 14, 2013

Zweig’den “Montaigne”* biyografisi ve kendini bilmenin tarihçesi | Erdinç Akkoyunlu

Edebiyat tarihindeki hiçbir buluşma, Montaigne ile Zweig’inki kadar büyük değildir. Çünkü biri hayatını sadece kendini bilmeye adayan; bunu, kendinden çağlar önce yapan Sokrates’e öykündüğünü açıkça belirterek gerçekleştiren ve kendinden sonraki tüm yazarları etkileyen Michel Montaigne… Diğeri ise deneme ve edebiyat eserlerindeki derin niteliğin yanı sıra; dünyayı yaptığı savaşlar, başarıya ulaştığı buluşlar, gerçekleştirdiği keşifler ve yazdığı kitaplarla değiştirenlerin biyografilerini yazmakta usta Stefan Zweig’tir. Üstelik bu buluşma, Fransız deneme yazarı Montaigne’in 13 Eylül 1592 yılındaki ölümünden yaklaşık 400 yıl sonra… O güne değin Dostoyevski, Tolstoy, Dickens, Balzac, Macellan, Erasmus, Fouche gibi nice büyük ismin biyografisini yazan Avusturyalı Stefan Zweig’in İkinci Dünya Savaşı’nın vahşetine dayanamayarak Rio de Janeiro’da 1942’deki intiharından önce yazdığı son biyografide gerçekleşir. Anlamı büyüktür.

Düşünceleri dünyayı değiştiren yazarlar listesi yapılsa ilk sırada Shakespeare’in mi yoksa Montaigne’in mi yer alacağı tartışması, edebiyat varlığını sürdürdüğü sürece tartışma konusu olmaya devam edecek. Shakespeare’e bu payeyi verdiren, tiyatro oyunu türünde verdiği yapıtların dünya edebi kuramlarının temelini oluşturmasıdır. Montaigne’e unvanını veren ise, Denemeler  adlı 5 kitaptan oluşan düşünsel yazın türündeki eseridir.  Montaigne’in doğduğu 16. yüzyılda Avrupa, Katolik ve Protestanların birbirlerine yönelik her biri binlerce ölümle sonuçlanan büyük kıyımlarına; yaşlı bebek demeden yok eden salgın hastalıklara ve evinizin bahçesinden ya da sokağınızdan çıktığınızda başınıza gelebilecek türlü tehlikeye ev sahipliği yapıyordu.  Bu büyük kıyım ve yok oluş cehenneminde vaktiyle ticaretten büyük servet kazanan babasının bıraktığı şatoda, 38 yaşından itibaren oturup önceki gün ne yazdığını unutarak ve bu sayede farklılaşan düşünceleriyle yazın dünyasını çeşitlendirerek, kendine dair metinler üreten Montaigne ise; özgürlükten, ruhun zenginliğinden, erdemden, hoşgörüden, savaşların anlamsızlığından ve ölümün yok oluş olmadığından söz ediyordu.

Kendini anlamak için yazmaya başlayan fakat arkasında onu daha derinden tanıyabilmemiz için otobiyografik hiçbir metin bırakmayan Montaigne’in yaşam hikâyesini, kendi yaşam hikâyesine son vermeden önce incelemeye başlayan Zweig’in kalemine göre, Montaigne bu hümanist düşünceleri o yeryüzü cehenneminin ortasındayken düşünmüyor, âdeta yaşıyordu. Çünkü Montaigne’in bir iki kuşak öncesi Fransa’nın pek sıradan ve varsıl sayılmayacak Eyquem ailesinden gelen babası Pierre de Montaigne, oğlu doğduktan sonra onun ancak krallara akıl verebilecek denli soylu yetişmesi için servetini ve vaktini Michel Montaigne’i  düşünsel zenginliğe önem veren bir asilzade olarak yetiştirmek için harcamıştı. O çağda Montaigne, sabah uykularından kalk komutuyla değil babasının tuttuğu müzisyenlerin ezgileriyle uyandırılıyor; Latince konuşan Alman mürebbiyelerden ana dili Fransızcadan daha mükemmel şekilde bilimin ve düşüncenin dilini öğreniyor; okumayı söktükten sonra da dönemin tüm önemli yazarlarının kitaplarını gece gündüz demeden hatmediyordu. Zweig, böyle bir ortamda yetişen ve ömrü boyunca geçinmek için çalışmak zorunda kalmayan Montaigne’in dünyasının düşünmek ve yazmak için tasarlandığını anlatıyor. Montaigne’in bıraktığı denemeleri okuyunca da, insan baba Montaigne’in çabasının nasıl mükemmel bir sonuca ulaştığını söylemeden de edemiyor.

Kendine de gönderme yapan biyografi

Zweig, Montaigne’in çok az bilinen yaşam hikâyesini ele aldığı yapıtında Montaigne’in düşünsel dünyasını daha çok irdeliyor ve bu yönüyle eseri, Zweig’in daha önceki büyük edebiyatçılara ait biyografilerinden farklılaşıyor.  Yazıya düşenlerin mutlaka okuması gerektiği Dostoyevski ve Tolstoy gibi ustaların biyografilerinde Zweig’in belki de eldeki otobiyografik bilgilerin daha çok olmasından ötürü ağırlık verdiği yaşamsal öykünün, Montaigne de  yazarın düşünsel dünyasını daha çok irdeleme olarak karşımıza çıktığını görüyoruz ki bunda Montaigne’in yaşamına dair belge ve bilgi eksikliğinin Zweig’i  buna sevk edişinden çok, nasıl ki kendini bilmek konusunda Montaigne Sokrates’i örnek alıyorsa, yazınsal düşünce konusunda da Zweig Montaigne’i örnek aldığı için bir bakıma Zweig, kendi yazı ustasını anlatırken aslında kendine dair de bir kitap ortaya çıkarmış görünüyor. Ve bu özelliği kitabı, iki yazarı da daha iyi anlamak açısından çok değerli kılıyor.

Özgürlük her şeyden önemli

Zweig’in bu büyük eserini okuduğumuzda, yaşadığı düşünsel ve insani körlük çağında, günümüzün evrensel ilkesi haline gelen insan hakları ve özgürlüğü konusunda en güzel ve doğru sözleri söylemiş Montaigne’in aslında kendisinden söz ettiğini daha iyi anlıyoruz. Montaigne, bir insanın mevkisinin ne kadar büyük olursa olsun dünyayı ya da ülkesini değiştiremeyeceğini, ancak ve ancak kendisini bilip, kendisini anlayabileceğini ve kendisini değiştirebileceğini söylüyor. Bunu yaparken de, en çok iç özgürlükten söz ediyor. “Hiç gitmeyeceğimi bildiğim Hindistan’ın küçük bir köyüne gitmek yasak edilse bile kendimi rahatsız hissederim” diyebilecek kadar özgürlüğe düşkün Montaigne’in bu niteliğini vurgulayan Zweig, düşünceleri, okurun onunla tanışma çağına göre tuhaf ya da karmaşık gelebilecek Montaigne hakkındaki en öz doğruyu açıklayarak yol gösterici oluyor. Aynı zamanda biyografiden Montaigne’in eşine ve sayısını bilmediği ölen çocuklarına değer vermediğini, zenginlikten tiksindiğini, aslında biraz huysuz ve geçimsiz bir insan olduğunu da öğreniyor; eseri ile öne çıkan yazarın ne kadar insan olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Ahmet Cemal’in çevirisinin de ayrı bir değer kattığı yapıt, edebiyatseverlerin başucu rafına konulacak niteliği taşıyor her yanıyla.

____

*Zweig’in Montaigne adlı eseri Can Yayınları tarafından, Ahmet Cemal çevirisiyle 2013 Şubat’ta yayımlandı.

Erdinç Akkoyunlu – edebiyathaber.net (14 Mart 2013)

Yorum yapın