Kitap Sandığım | Merve Koçak Kurt

Mayıs 3, 2024

Kitap Sandığım | Merve Koçak Kurt

“Unutulmuş Zamanların Hikâyesi”nden Kalan…

“Bir gün mü olmuştu, bir hafta mı? Bir ay mı geçmişti, bir yıl mı? İkisi de bilemedi. Rüzgâr kötü kötü esti, tozu dumana kattı. Ağaçlar salıncak kurulmuş gibi bir o yana bir bu yana sallandı. Meyveler dallarına tutunamadı, pat pat yerlere düştü. Kimi çürüyüp karardı, kimi olduğu yerde kurudu. Kimse gelip toplamadı. Kurdun kuşun azığı oldu. Kötü rüzgâr sararan yaprakları da döktü. Ağaçların altı hışır hışır gazel oldu. Yemyeşil otlar sarardı, kurudu. Dere durmadan aktı gitti. Güvercinler gökte daha az ağdı döndü, daha az kuğurdadı.”

Bir masal girişi de olabilirmiş bu, değil mi Sevgili Okur? Unutulmuş Zamanların Hikâyesi’ne “roman” yerine “masalsı bir anlatı” demek istiyorum o yüzden. Upuzun bir aşk masalı. Modern çağın “Çirkin ile Güzel”i. Zamansız bir anlatı. Günümüzde geçer gibi dursa da geçmişle çok iç içe. Kitap Sandığım’da bu sefer Bayram S. Taşkın’ın ikinci “romanı” Unutulmuş Zamanların Hikâyesi var. Metinlerarası Kitap tarafından geçtiğimiz aylarda okurun beğenisine sunuldu. Çok yerde görmedim, üzerine çok konuşmadık. Atlansın istemedim o yüzden.

Kitapta sevdiğine -“Serçe” dediği Sümbül’e- masal anlatan bir Kambur Dev var mesela, asıl adı Davut olan Kambur’un acıklı hayat hikâyesi var. Hem sağır hem dilsiz. Sadece gözleriyle konuşuyor/ masal anlatıyor. “Kambur Dev’in hikâyesi yıllar yıllar önce derme çatma bir çadırda başlamıştı. Fakat her şey öyle gerçekti ki bir hikâyenin içinde olduklarını o da dahil kimse bilmiyordu. Memleketin dağlarının dağ, ovalarının ova, ormanlarının orman, denizlerinin deniz, göğünün gök, toprağının toprak, suyunun su olduğu devirlerdi. Henüz kurdu kuzu, kuzusu kurt; oğlanı kız, kızı oğlan; yalanı doğru, doğrusu yalan olmamıştı. Ölüm de vardı, dirim de. Günah da vardı, sevap da. Yoksulluk da vardı, varsıllık da. Ayrılık da vardı, kavuşmak da.” derken imlenen o zaman, aslında çoğumuzun özlemini duyduğu kadim zaman.

Davut’u doğururken ölen annesi Gülcihan, bu yüzden kendisinden nefret eden babası Reşit Ali, kalaycılık ve bohçacılık yaparak geçimlerini sağlayan çingeneler, birbirlerinin ‘yoluna yoldaş, sırrına sırdaş’ olanların o vefa duygusu, iyilik ve kötülük kavramları, Küçük (Cüce) Aziz’in içinden bir canavar çıkartan toplumsal riya, ‘diğer çocukların Tanrısıyla kendi Tanrısının bir olmadığını idrak edip de’ dua etmekten vazgeçen çocuklar ve daha neler neler… Etrafındakilerin şimdiye kadar gördüğü en çirkin çocuk olarak doğan Davut’un mâkus talihi. Babası tarafından Aziz’in sirkine satılışı. Aziz ki, “Bu yaştan sonra, yirmi sekiz yaşındaydı, cambaz olamayacağına göre kendisi bir sirk kurmalı, hayal âlemine adım atmalıydı.” Hayal satmaktı işi gücü. Bunun için her şeyi yapardı. Yaptı da.

“Ötekilerin” Hikâyesi

Unutulmuş Zamanların Hikâyesi, arka kapakta dediği gibi “Korkunun gölgesinde yeşeren umudun, aşkın ve geçip giden zamanın izini sürerken okuyucuyu âdeta büyülü bir masalın içine çekiyor. Bayram S. Taşkın, çeşitli kusurlarla yarattığı karakterlerinin karmaşık yaşamlarından, zorlu mücadelelerinden, geçmişin gizemli dünyasından bugüne sesleniyor: ‘Korkma, insan korktuğunu sevemez!’”

Kitabı okurken “ötekileştirilen” herkes için üzülüyorsunuz. Suretleri siretlerden daha önemli sayan, dış görünüşüne göre başkalarını yargılayan, onlara kürklerine göre yedirip içiren ikiyüzlü davranışların eleştirisini de görüyorsunuz alttan alta.

Taşkın, dili iyi kullanan bir yazar. Bunda edebiyat eğitiminin de çabalarının etkisi olsa gerek. Yöresel söyleyişleri de dikkati çekiyor yazarın. “Sormuk” demiş mesela, “bıldırdan” demiş, “haylayana kadar” demiş, “uğum uğum” demiş.

Kambur’un anlattığı masal bir kilisede başlıyor. Aşka düşüp de sevdiği Sümbül’ü kaçırışı ve yaşadıkları olaylar gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi geçiyor. “Kim bilir; Ferhat’a koca dağları deldiren şey, onun Şirin’e duyduğu aşkın büyüklüğü değildi. Şirin’i kaybetme korkusunun büyüklüğüydü.” diyor yazar/anlatıcı.

Di’li geçmiş zaman ile anlatılan bu ‘masalın’ sonlarına doğru Kambur’un “sen dili” ile konuştuğu bir yer de var. Oldukça şiirsel. (Ancak orada Kambur’dan çok Yazar’ın sesini duyduğumu da not düşeyim.) Anlatının sonunda bir çember kapanıyor. Gökten üç elma düşüyor. Kilisede gördüğü rüyasına sütbeyaz bir at girmişti Kambur’un. Boşuna değil. At murattı!

Bayram S. Taşkın, Unutulmuş Zamanların Hikâyesi, Metinlerarası Kitap.

Yorum yapın